“30 Kasım bizim açımızdan mücadele tarihine çok önemli bir not düşeceğimiz kurucu bir buluşma. En genel anlamıyla; haklarımız, özgürlüklerimiz, geleceğimiz; kentlerimiz, doğamız, yaşamımız için direnenler olarak, direnişlerden halkın hakları hareketine doğru büyük bir adım atacağız”
Halkevleri, 30 Kasım’da Ankara’da bir konferans düzenleyecek. O gün “Saray’a karşı Halkın Manifestosu”nu açıklayacaklarını söyleyen Halkevciler, “Kavgamızın bayrağı halkın hakları” sloganı ile toplumsal haklar mücadelesine yönelik vurguyu öne çıkarıyor.
Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk’le 30 Kasım buluşmasını, bu buluşmanın üst düzeyde seyreden mevcut siyasal çatışmalar karşısında önerisinin ne olduğunu, toplumsal haklar mücadelesinin günün devrimci siyaseti açısından önemini konuştuk.
Merttürk toplumsal haklar mücadelesinin bugünkü özel anlamına, bu mücadelenin bugün Saray ile halk arasındaki süren siyasal çelişki ve çatışmalarla ilişkisine dair şunları söylüyor: “Neoliberal politikalara karşı savunmacı bir çizgide ilerleyen hak mücadeleleri, 2008 sonrası tüm dünyada sermayenin faşist iktidarlar eliyle emeğe karşı açık bir savaş haline geçmesi sonucu yaygın, zorunlu olarak isyancı ve dolaysız olarak politik bir hal aldı. Halkın hakları mücadelesi isyanların parçalı ve görünmez öznesi işçi sınıfını kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda politik iktidar hedefiyle seferber edebilecek kurucu bir zemin sunuyor. Sermayenin sömürü, yoksullaştırma yağma, talan, ekolojik yıkım politikaları karşısında gündelik ve yerel ölçeklerde süren hak mücadelelerini halkın Saray’a karşı isyanına tercüme eden bir programla, sosyalizmi bugünün gerçekliği içinde somut bir hedef olarak tarif etmek için buluşuyoruz.”
Sendika.Org’un soruları ve Merttürk’ün yanıtları:
“Saray’ın karşısına Halkın Manifestosu’yla dikiliyoruz” diyerek 30 Kasım’da Ankara’ya çağrı yaptınız. Halkevleri 30 Kasım’da tam olarak ne yapacak? Ne hedefliyorsunuz?
30 Kasım bizim açımızdan mücadele tarihine çok önemli bir not düşeceğimiz kurucu bir buluşma. En genel anlamıyla; haklarımız, özgürlüklerimiz, geleceğimiz; kentlerimiz, doğamız, yaşamımız için direnenler olarak, direnişlerden halkın hakları hareketine doğru büyük bir adım atacağız.
Buluşmamızın üç temel işlevi olacak. Birincisi, bugünün toplumsal-siyasal çatışmasının devrimci kavrayışını ve günün devrimci çizgisi olarak toplumsal haklar mücadelesini teorik temelleriyle ortaya koymak. İkincisi, bu mücadelenin bir laftan öte temel toplumsal-siyasal sorunlara güncel-somut çözüm önerileri içeren, yani programatik; eylemsel ve örgütsel gelişim mecraları olan, kitleleri devrimcileştiren somut dayanaklarını ortaya koymak. Üçüncüsü, ülkenin temel sorunlarına dair halkın, işçi sınıfının savlarını ve çözüm önerilerini, yani hareketimizin savlarını ve politik varlığını ifade eden bir buluşma.
Bu aynı zamanda bir çağrı. Bugününden ve geleceğinden kaygı duymak istemeyen, insanca yaşamak isteyen, kendini yalnız ve çaresiz hisseden ama harekete geçmek isteyen herkese bir örgütlenme ve mücadele çağrısı. Hedefi net bir iktidar mücadelesi.
Memleketin her bir yanı başka bir direnişe, isyana, mücadeleye tanıklık ederken, bir süredir tartıştığımız üzere parçalı ve tikel hareketlerden, onları tetikleyen sorun alanları ve mücadele başlıklarından yola çıkarak bütünlüğü ve bağlantısı olan bir politik mücadele zemini yaratmak.
Bugün içinde yaşadığımız düzende emek sermaye arasındaki uzlaşmazlık, sermayenin doğal-toplumsal tüm yaşamı tehdit etme boyutlarına ulaşmış durumda. Bu çatışmanın başında ise Saray iktidarı… Her anlamda halka savaş açmış bir iktidardan söz ediyoruz. Bu savaş, ezilenler açısından en can yakıcı şekilde hissedildiği gibi artık sorumlusu da herkes açısından çok net.
Şimdi, var olan birikimimizi manifestoya dönüştürme vakti.
Halkevciler memleketin dört bir yanında yine sokaklarda. 19 Mart’tan bugüne isyanı mahalle mahalle, sokak sokak örgütledik. Bir isyan örgütü olmanın niteliklerine kavuşmak için var gücümüzle çabaladık. Mücadele tarihinin her önemli anında olduğu gibi devrimci bir inisiyatif almak için kolları sıvadık. Mücadele tarihine çok anlamlı çiviler çaktık. Şimdi yine devrimciliğe en çok ihtiyaç olan yerde, sınıfın bağımsız çıkarlarını esas alan, yoksul halkın kaderi neyse kendi kaderine de onu yazmış, Saray iktidarından hesap sormaya kararlı bir adım daha atıyoruz. Yakın tarihimizde pandemide aldığımız inisiyatif, deprem gibi bir yıkımda aldığımız inisiyatif, 15 Aralık 2024’te “Hakkımı ver” eylem sürecinde aldığımız inisiyatif, 1 Mayıs 2025 sürecinde aldığımız inisiyatif, en zor zamanlarda hep sokakta barikatı ilerletmek üzere aldığımız inisiyatifle adımlarımız güçlendi. Şimdi bir adım daha atıyoruz.
KAVGAMIZIN BAYRAĞI HALKIN HAKLARI
“Kavgamızın bayrağı halkın hakları” sloganı, Halkevleri’nin hak mücadeleleri vurgusunu yeniden öne çıkardığına işaret ediyor. Halkevleri 2000’li yılların ilk dönemindeki mücadele çizgisine geri mi dönüyor? Toplumsal siyasal mücadeleleri belirleyen koşullar bu kadar farklılaşmışken geriye dönülebilir mi?
Neoliberal politikalara karşı savunmacı bir çizgide ilerleyen hak mücadeleleri, 2008 sonrası tüm dünyada sermayenin faşist iktidarlar eliyle emeğe karşı açık bir savaş haline geçmesi sonucu yaygın, zorunlu olarak isyancı ve dolaysız olarak politik bir hal aldı. Demokrasi, hukuk ve toplumsal refaha dair iddialarını terk eden, sömürüyü bütün zamanımıza, doğamıza ve yaşam alanlarımıza yayan, afetleri toplumsal bir felakete dönüştüren kapitalizmin doğrultusu, ücretli emeği sarıp sarmalayan bütün bir yaşam ve özgürlüklerle uzlaşmaz bir çelişki içinde. Bu koşullarda halkın hakları mücadelesi isyanların parçalı ve görünmez öznesi işçi sınıfını kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda politik iktidar hedefiyle seferber edebilecek kurucu bir zemin sunuyor. Sermayenin emeği, kentleri ve doğayı hedef alan sömürü, yoksullaştırma yağma, talan, ekolojik yıkım politikaları karşısında gündelik ve yerel ölçeklerde süren hak mücadelelerini halkın Saray’a karşı isyanına tercüme eden bir programla, sosyalizmi bugünün gerçekliği içinde somut bir hedef olarak tarif etmek için buluşuyoruz.
Toplumsal haklar mücadelesi bugün, sınıf mücadelesinin yalnızca bir parçası ya da alt unsuru değil, parçalılıktan mustarip işçi sınıfını / halkı, faşizm / Saray iktidarı karşısında devrimci politik bir güç olarak birleştirip seferber edecek, kapsayıcı mücadele programıdır.
“Kavgamızın bayrağı” derken kastettiğimiz şey aslında şudur; neoliberalizme karşı hak mücadelelerini yükselttiğimiz o ilk dönem ile bugünün neoliberal saldırıları arasında çok fark var. Halkın barınma, su, eğitim, sağlık, ulaşım, enerji gibi en temel haklarının gasp edilip sermayeye peşkeş çekilmesine karşı mücadele ediyorduk. Bize rengimizi veren, memleketin her karışına dokunmamıza ve bir direnişle buluşmamıza vesile olan bir mücadeleydi. Ne var ki hareketimiz bir savunma çizgisinin ötesine geçemedi.
Geçmişin hak mücadeleleri neoliberalizmin ve AKP’nin henüz yükselme döneminde olduğu ve kamunun tasfiyesinin yaşandığı bir süreçti. Elde olanı koruma, savunma refleksleri öne çıkıyordu. Geldiğimiz noktada ise, AKP bu neoliberal yıkım sürecini tamamladı. Açığa çıkan toplumsal siyasal krize sistemin yanıtı olarak da tek adam rejimine geçti. Birçok etkili direniş örgütlemiş ve güzel deneyimler yaşamışsak da bu süreci durduramadık. Aslında yenildik. Sol ve toplumsal muhalefet başarısızlığa uğradı. Bugün eski biçimiyle savunmacı bir çizginin tekrarlanması mümkün değil.
Bugün değişen neoliberal saldırı biçimlerine göre hak mücadeleleri de yeni biçimini alıyor, Neoliberalizm işçi sınıfının, halkın yaşamına artık herhangi bir olumlu vaatte bulunmadan, bir çöküntü tablosunun ortasında, en dolaysız biçimde saldırıyor. Uzlaşmaz çelişkilerin su yüzüne çıktığı bir dünya ve ülke gerçekliği karşısında bugünün hak mücadelelerini yaratma iddiası artık savunmacı değil kurucu bir sürece işaret eder. Neoliberal saldırganlık karşısında sosyalizmi kurma iddiasıyla yürüyeceğiz bu yolu. Doğrudan iktidar hedefli bir mücadele çizgisi oluşturmamız gerekiyor.
Faşizm aynı zamanda kapitalizmin neden olduğu krizlerin devrimci bir biçimde aşılmasını engelleme amacı taşıyorsa, neoliberal yıkımın mağduru olan kesimlerin devrimci bir hareket temelinde örgütlenmesine kayıtsız kalmayacağı da aşikardı. Müdahaleyi hareketin en ileri noktada politikleşme olanakları yakaladığı bir tarihsel süreçte yaptı. Haziran İsyanı ve sonrasında Kürt dinamiğiyle Batı’daki hak mücadeleleri dinamiklerinin yakınlaşma olanakları yakaladığı bir süreçte, kitle katliamları eşliğinde ilerleyen baskı ve terör atmosferiyle kitle pasifikasyonu yaratarak yaptı. Bu zemin üzerinde gündeme gelen yeni rejim inşası sürecinde de aşağıda yaşanan kriz, yoksullaşma, hak gasplarına karşı mücadeleyle faşizme karşı mücadele çizgisini birleştiren bir mücadele yürütülemedi. Bugün faşizme karşı mücadelenin güncel görevlerinden bağımsız, iktidar perspektifi olmayan bir hak mücadelesi çizgisi tarif edemeyiz.
DEVRİMCİLERİN KURUCU BİR İNİSİYATİF ALMASI GEREKİYOR
Siyasal çatışmanın bu kadar üst düzeyde seyrettiği koşullarda, sol kamuoyunu belirleyen iki büyük aktörden CHP’ye yönelik operasyonlar ve Kürt hareketi ile devlet arasında yürütülen müzakereler sürerken amiyane tabirle “kendi işinize” mi bakacaksınız?
Başta söylediğimiz gibi, içinden geçtiğimiz süreci halka açılan topyekûn bir savaş olarak nitelendiriyoruz. Bu savaşta kimimizin payına asgari ücretle geçinmek düşerken, kimimizin payına sokak ortasında katledilmek düşüyor. Kimimizin payına seçilmiş bir belediye başkanıyken hapishanede yatmak, kimimizin payına iradesinin gaspı düşüyor. Rıza üretme kapasitesi her geçen gün daralan Saray iktidarı her ağır yıkımı lehine çevirmek için çok yoğun bir baskı ile karşımıza çıkıyor. Siyasal çatışma “üst düzey”den çok aşağılara da ineli epey oldu. Gözümüzü yukarı diktiğimizde iktidarın saldırıları ve kendini ayakta tutmak üzere hayata geçirdiği planlar etrafında şekillenen bir durumdan bahsedebiliriz. Basit ve gündelik gibi görünen sorunların kaynağını iyi belirlemeli, sorunlara çözüm üretecek mekanizmalar kurmalı, örgütlülüğümüzü her yerde daha da kuvvetlendirmeliyiz. Çünkü öbür türlüsü “güçlü” gündemler arasında savrulduğumuz bir düzleme, protesto hareketine sıkışan bir denkleme denk düşüyor. CHP’ye yönelik operasyonlardan sonra milyonlar sokağa döküldü. Gençlik hiç bitmeyen bir isyanı her gün sokakta örgütlüyor. Ancak o eylemlerde bile meselenin sadece Ekrem İmamoğlu’nun özgürlüğü olmadığını gördük. Geleceksizlik, güvencesizlik, demokratik haklar üzerindeki baskılar, özgürlüklerimiz üzerinde uygulanan baskılar, yaşadığımız ne kadar sorun varsa hepsi için sokağa döküldük. Yani artık kimse bir saldırıyla tek başına kimin başına geldiğiyle ilişkili olarak değerlendirmiyor. Halk düşmanın da, yöntemlerinin de farkında ve bütün bunlara bulduğu her fırsatta, inandırıcı bulduğu her eylemde meydan okuyor.
Kürt hareketi ile devlet arasında devam eden müzakere sürecine gelecek olursak… Burada iki dinamiğin etkili olduğunu söylememiz gerekiyor. Birincisi dış dinamik; emperyalizmin Ortadoğu’daki yeni savaş düzeni. Bölge yeniden şekillenirken ABD Suriye’de yeni bir denge kurmaya çalışıyor ve yeni askeri müdahalelere izin vermiyor. Devlet de Kürt hareketinin bu yeniden şekillenme sürecinden daha ileri bir pozisyon elde ederek çıkmasını engellemeye çalışıyor. Doğal olarak savaşla elde edemediğini müzakere ile elde etmeye çalışıyor. Bir bütün olarak sistem Kürt halkının düzen dışı potansiyelini törpüleyerek onu düzene eklemlemeye çalışıyor. Öte yandan eğer bu sisteme karşı halkların isyan potansiyelinden, Saray karşısında gelişen güçlü toplumsal dirençten söz ediyorsak, bunun bir ayağı da kuşkusuz Kürt sokağı. Giderek gelişen ve kendini militan kitle hareketleriyle de ortaya koyan bu toplumsal direnç karşısında iktidarın taktiği muhalefeti bölmek, kâh baskıyla kâh müzakereyle etkisiz hale getirmek. Bu koşullarda egemenlerin siyasal tasarımları ne olursa olsun, hatta bu tasarımlardan muhalefet içinde çeşitli beklentiler yükselse bile, sınıfsal çelişki ve çatışmaların sunduğu gerçeklik ortadan kalkmaz. Yoksullaştırmaya, mülksüzleştirmeye, kadın düşmanlığına, ekolojik yıkıma, faşizmin siyasal baskılarına karşı Türk ve Kürt sokağının kaderi direnişte buluşacaktır. Bunu Gezi ve Kobanê süreçlerinde nasıl deneyimlediysek, bugün de iki sokağı yakınlaştıran koşullar kendini dayatacaktır. Emperyalizmin bölgeyi kana bulayan planlarına, sermaye yağmasına ve faşizmin saldırılarına karşı halkların kaderi Saray’a karşı mücadelede buluşacak, topumsal demokratik bir çözümün, demokrasi ve barışın imkanları da sokaktan yükselecektir.
Tüm bunlar elbette bağımsız devrimci bir siyaseti, bu yöndeki iradi çabaları gerektiriyor. Toplumsal zemin var ama devrimcilerin özel olarak emek vermesi, herhangi bir düzen içi arayışın eklentisi ya da belirleneni olmadan kurucu bir inisiyatif alması gerekiyor. İktidarın ikiyüzlü politikalarını teşhir eden, üzerine giden, sorunlara inandırıcı ve güvenilir çözümler üreten/öneren bir iktidar perspektifine ihtiyacımız var. Kapitalist gerçekçilikle şekillendirilmek istenen hayatlarımızda devrimin ve devrimciliğin güncelliğini ortaya koyan bir çalışma disiplinine ihtiyacımız var.
Üzerinde durmaya çalıştığımız, kurmaya çalıştığımız şey budur. Bu da elbette “kendi işimize” bakmak oluyor. Çünkü işimiz milyonları Saray’ın karşısına dikecek bir güç olarak örgütlemektir.
MANİFESTO SOKAKTA YAZILIYOR
“Manifesto” sözcük anlamı itibariyle bir siyasal hareketin duyurulmasını da ifade ediyor. “Halkın Manifestosu” günün temel sorunlarına ilişkin genel sosyalist doğruları ifade eden herhangi bir metinin ötesine geçebilecek mi?
Bunun yanıtı mücadelede ve kavgada, yani pratikte verilebilir. Ancak bu manifesto ile iddiamız elbette onun tarif ettiği toplumsal politik hareketin, halkın hakları hareketinin yaratılmasıdır. Halkevciler yakın mücadele tarihinde toplumsal haklar temelinde çeşitli mücadele başlıklarına odaklanmış, bütün enerjisiyle mücadelenin içinde bulunmuş, pek çok kez kendi örgütsel sınırlarını da aşan inisiyatifler almış, sokakta ve isyanda ustalaşmakta olduğunu geniş kitlelere göstermiştir.
Biz bu manifestoyu sokakta yazacağız dedik ve yazmaya başladık da. 30 Kasım’a kadar giden süreci sokakta ve eylemle geçirmeyi önümüze hedef olarak koyduk. Doğu Karadeniz’de ormanlarımızı, topraklarımızı, derelerimizi, sağlığımızı, canımızı hedef alan maden yağmasına karşı direnişi yükseltiyoruz. Metin Lokumcu ve Reşit Kibar’ı bu kavgada yitirdik ve can pahasına kaldırdığımız bu mücadele bayrağını doğa ve yaşam savunusunda yükselteceğiz. Doğa ve yaşam mücadelesi Sivas’tan Ege’ye, Antalya’dan Hatay’a sürüyor. Aynı zamanda deprem sürecindeki deneyimlerimize yaslanarak afetlere karşı mücadeleyi daha örgütlü ve kurumsal bir şekilde sürdürmek için arkadaşlarımız deprem bölgesinde ve metropollerde altyapı çalışmaları yürütüyor. İstanbul’un ve Ankara’nın emekçi semtlerinde halihazırda barınma hakkı, eğitim hakkı, güvenceli çalışma hakkı için mücadeleler yürütüyor arkadaşlarımız. Antalya’da ve İstanbul’da açılan barınma hakkı bürolarıyla yeni dönemin kent mücadelelerine yönelik adımlar atıyoruz. Kentler kavgamızın kentleri, emekçi semtleri direnişimizin adresleri olacak. Burada eğitim, sağlık, enerji başta olmak üzere sendikal alanda mücadele eden arkadaşlarımızla mahallelerde mücadele eden arkadaşlarımız ortak gündemler etrafında yan yana gelerek günün etkili sınıf mücadelelerinin pratiklerine girişecek. Emekliler ve gençlik, yoksullaştırma, geleceksizleştirme ve yeniden işçileştirme politikaları karşısında önümüzdeki dönem özel bir rol üstlenecek. Kutsal aile örtüsünün altındaki sömürüyü, şiddeti, yoksulluğu görüyoruz dedik ve ülkenin dört yanında yeni bir mücadele sürecini örmek üzere sokağa adımlarımızı attık. Şu anda sınırlı ve mütevazı adımlar bunlar ancak ülke ölçeğinde sistemin eleştirisini veren, halkı özneleştiren, bu yoksulluğu, geleceksizliği, baskıları aşacak yeni bir toplumsal düzenin mümkün olduğunu gösteren pratik bir hattın gerçekliğine adım atıyor, ayaklarımızı yere basıyoruz.
Türkiye’nin sınıfsal gerçekliğinin siyaset sahnesini değişime zorladığı, toplumsal arayışın güçlendiği koşullarda toplumsal muhalefetin genelini Saray’ın karşısında sınıf gündemleri ekseninde seferber edebilecek bir inisiyatifin alınabilmesi gerekirdi. 1 Mayıs ve şimdi izlediğimiz bütçe süreçlerinde de gördüğümüz gibi geleneksel inisiyatif merkezleri bunu yerine getiremiyor, getirmiyor. Elbette bu yeni bir sorun değil ve devrimci bir inisiyatifin geliştirilmesi yönünde kendimize görevler çıkarıyoruz. Manifestomuz, günün sınıf mücadelelerinin gerektirdiği devrimci inisiyatifi de ayakları yere basan gerçek bir politik iddia olarak tarif edecektir.
Toplumsal haklar mücadelesi, bugün ülkenin ihtiyaç duyduğu bağımsız devrimci bir siyasetin kuruluş temelidir. 30 Kasım’da tüm Türkiye’den dostlarımızla bu devrimci iddiayı hep birlikte dile getireceğiz.