Halkevci Kadınlar çalıştayı sonuç metni: İsyanın rüzgarını arkamıza alarak hayatlarımız, emeğimiz ve özgürlüğümüz için yola koyuluyoruz!

07.10.2025

Halkevci Kadınlar’ın 27-28 Eylül’de Ankara’da düzenlediği çalıştayı sonuç metni:

İsyanın rüzgarını arkamıza alarak hayatlarımız, emeğimiz ve özgürlüğümüz için yola koyuluyoruz!

Dünyada ve ülkemizde faşist iktidarlar kadın düşmanlığını yükseltiyor. Saray iktidarı ise aile politikaları üzerinden kazanılmış haklarımıza her gün daha fazla saldırıyor. Neoliberal kapitalizmin yıkımına, faşist sağ iktidarların baskılarına karşı milyonların isyanı süreklileşirken, özgürlüğe giden yolda patriyarkal kapitalizme karşı kolektif kurtuluşun yollarını aramak, mücadele programımızı oluşturmak üzere 27-28 Eylül’de Ankara’da çalıştayda bir araya geldik.

19 Mart ile başlayan farklı biçimlere bürünerek devam eden bir isyan sürecinin içerisindeyiz. Feminist hareket, özelinde ise kadın örgütümüz isyanın içerisinde henüz kendi özgün biçimini alamasa da yıllardır yasaklı sokakları, meydanları özgürleştiren mücadele pratikleri ile isyanın toprağını hep diri tuttu. Tarihsel birikimimizden aldığımız cüret ve birbirimizden aldığımız güçle isyanın içinde kadınların örgütlerini kurmak, önümüzdeki döneme dair program oluşturmak üzere çalıştayımızı gerçekleştirdik.

Patriyarkal kapitalizmin yıkımına ve Saray rejiminin kadın düşmanı aile politikalarına karşı emeğimiz, bedenlerimiz, hayatlarımız için mücadeleyi büyüteceğiz.

Tüm dünyada emperyalist kapitalist sistemin yarattığı mülksüzleştirme, işçileştirme, yoksullaştırma, ekolojik yıkım, savaşlar, işgaller, göçler, artan erkek şiddeti ile büyük bir yıkıma ve bu yıkımın karşısında çok büyük isyanlara tanık oluyoruz. Bu isyanlar karşısında tüm dünyada faşist rejimler kendini bir isyan bastırma rejimi olarak dizayn ediyor. Sadece çıkan isyanların ve direnişlerin bastırılması değil aynı zamanda olası isyanların engellenmesi için de baskı ve zor araçları devreye sokuluyor.

Bugün isyan bastırma rejimi olarak karşımızda duran Saray rejimi yoksullaştırmanın, güvencesizliğin, ekolojik yıkımın karşısında halkı direnemez hale getirmek için tüm muhalefete yönelik saldırılarını sürdürüyor. Belediyelere kayyumlar atanıyor, seçilmiş belediye başkanları, gazeteciler, gençler, sosyalistler tutuklanıyor. Tüm bu saldırılarla birlikte kadınların hayatlarına ve haklarına yönelik de özel saldırı biçimleri ile karşı karşıya kalıyoruz. Faşizmin kadın düşmanı yüzünü bir yandan aile ve nüfus politikaları, dinci gerici uygulamalarla bir yandan da erkek devlet şiddetinin özel biçimlerinde görüyoruz.

Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nın açıklanması, sonrasında da  ‘Aile ve Nüfus 10 Yılı’ ilanı ile kazanılmış haklarımız gasp ediliyor, daha fazla evlerimizin içine hapsediliyoruz, boşanmalarımız zorlaştırılıyor, nasıl doğuracağımızdan kaç çocuk doğuracağımıza kadar bedenlerimiz üzerindeki otoriter baskı ve şiddet türlü mekanizmalar (eğitim, medya, din vb) kullanılarak her geçen gün daha da artıyor. Kadın düşmanı karakteri ile faşizm bir yandan bedenlerimiz ve hayatlarımıza aile politikaları ile saldırıyor, bir yandan da sokaktaki isyanı bastırırken cinsel taciz, çıplak arama gibi erkek devlet şiddetinin özel saldırı biçimleri ile karşımıza çıkıyor. Geleceği ve özgürlüğü için sokağa çıkan genç kadınların aileleri aranarak üzerindeki ataerkil baskının artırılması, üniversiteli kadınların kaldığı KYK yurtlarından atılarak barınma hakkının gasp edilmesi, burslarının kesilerek aileye zorunlu hale getirilmesi gibi türlü baskı yöntemleri devreye sokuluyor.

Aile politikaları her gün hayatımızı daha fazla kuşatıyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından hazırlanan Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Eylem Planında tüm bakanlıklar, TÜİK,      İletişim Başkanlığı, üniversiteler, polis akademisi, belediyeler ve neredeyse eylem planının tamamında Diyanet Başkanlığı yer alıyor. Bu vizyon belgesi ile bir taraftan milli ve dini değerler üzerinden kutsal aile ideolojisinin yaygınlaştırılması ve doğum oranlarının artırılması hedeflenirken bir yandan da LGBTİ+ düşmanlığı körükleniyor. LGBTİ+’lara dönük özel bir nefret politikası uygulanarak yaşam hakları devlet tarafından gasp ediliyor ve varoluşlarına saldırılıyor. Özetle emeğimiz, bedenimiz, hayatlarımız ve kimliğimiz üzerindeki baskı ve denetim Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Diyanet başta olmak üzere devletin tüm kurumları tarafından sağlanıyor. Çünkü sermayenin çıkarları ve kendi bekaları için başka çareleri yok. Yıllardır yürüttükleri yoksullaştırma politikalarının en önemli ayağını kadın düşmanı aile politikaları oluşturuyor. Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, kamusal kreşlerin, bakım evlerinin olmadığı, asgari ücretin birçok temel ihtiyacın karşılanmasına yetmediği koşullarda kadınların ev içi emeğinin daha fazla sömürülmesi gerekiyor. Aslında neoliberal patriyarkal kapitalizmin uygulayıcısı faşist yönetimlerin kadın düşmanlığının nedeninin kadınların toplumsal yeniden üretim alanındaki (doğurarak işçinin üretimi, erkeklerin her gün işe zinde bir şekilde gideceği koşulları yerine getirerek emek gücünün yeniden üretimi, üretim alanı dışında kalan yaşlı, engelli, çocuk, hasta bakımı) emeğine el koymak olduğunu biliyoruz. Tam da bu yüzden emekçi halkı daha da yoksullaştırmanın ve güvencesizleştirmenin planı olan 12. Kalkınma Planının ihtiyaçları doğrultusunda aile politikaları oluşturuluyor.

Aile ve iş yaşamının uyumlaştırılması politikaları ile esnek ve güvencesiz çalışma biçimi yerleşik hale getirilerek kadınlardan başlayarak tüm işçi sınıfı güvencesiz hale getiriliyor. Halkevci Kadınlar olarak aile yılının bir sermaye programı olduğu gerçekliğini ortaya koyan, aile ve nüfus politikalarına karşı mücadeleyi yoksullaştırmaya karşı mücadele ile birleştiren bir programı önümüze koyacağız.

Aile politikaları ile emeğimize, bedenimize ve haklarımıza yönelik saldırılara cezasızlık politikalarının da eklenmesinden güç alan erkekler kadınları öldürüyor. Aileyi güçlendiren politikalar kadınları güçsüzleştiriyor, kadın katliamının boyutları da her geçen gün büyüyor. Erkek şiddeti devletin tüm kurumları; bakanlıkları, Diyanet’i, medyası ile örgütlenen kadın düşmanlığından güç alıyor. Erkek şiddeti münferit değil yapısal olarak karşımızda duruyor. Kadın cinayetlerine karşı yapısal şiddeti ortaya koyan bir eylem çizgisinde mor boyalarımızla kadın düşmanlarından hesap soracağız. Aynı zamanda mahalle mahalle, sokak sokak ‘Aile Yılı’nı birbirimize anlatacak, erkek şiddetine karşı dayanışma ağlarımızı oluşturarak, feminist özsavunma atölyelerimiz ile bireysel ve kolektif güçlenme araçlarımızı yaygınlaştıracağız.

Haklarımıza, bedenimize yönelik saldırıların, Diyanet fetvalarıyla meşrulaştırıldığı, aile politikalarının merkezinde Diyanet’in yer aldığı koşullarda dinci gericiliğe karşı hayatlarımızın ve bedenimizin özgürlüğü için feminist laiklik mücadelesini büyüteceğiz.

Savaşlar, işgaller ve sömürgecilikle bedenlerimize, hayatlarımıza ve emeğimize saldıran emperyalizme karşı antiemperyalist feminist mücadele zorunludur.

Emperyalizm yalnızca ekonomik ve siyasi bir tahakküm biçimi değil; aynı zamanda kadın bedenini, emeğini ve doğayla kurduğu ilişkiyi sömürerek toplumsal cinsiyet ilişkilerini de yeniden üreten bir sistemdir. Savaşlar, işgaller, militarizm ve göç süreçleri kadınlara yönelik şiddeti artırır. Kadınlar hem savaşın doğrudan hedefi (tecavüz, zorla göç, şiddet) olur hem de savaş sonrası dönemde ucuz emek gücü olarak sömürüye uğrar ve yeniden üretim yükünü taşır. Emperyalizmin şiddeti “erkek şiddeti” ile iç içedir: kadın bedeni savaşlarda hâkimiyet ve aşağılama aracı olarak kullanılır.

Emperyalizm, sömürge ülkelerde sanayisizleşme, işsizlik, güvencesizlik ve düşük ücretli istihdamı artırır. Bu süreçten en çok etkilenen kesim kadınlardır. Kadın emeği, ucuz, esnek ve kayıtdışı alanlarda yoğunlaşır (tekstil atölyeleri, tarım, ev içi hizmetler). IMF, Dünya Bankası gibi kurumların dayattığı yapısal uyum programları kamusal hizmetlerin; sağlık, eğitim, kreş gibi hizmetlerin tasfiyesine neden olur ve bu durum en çok kadınları etkiler.

Emperyalist – kapitalist sistem, “ucuz ve esnek işgücü deposu” yaratmak için aileyi bir denetim kurumu olarak işlevselleştirir. Emperyalist sistem, işgücü ihtiyacına göre nüfus politikalarını biçimlendirir: Kadının doğurganlığı devlet ve sermaye tarafından denetlenir.

Emperyalist şirketlerin madencilik, enerji ve tarım politikaları kadınları doğrudan etkiliyor: Su kaynaklarının tükenmesi, gıda güvenliği krizi doğrudan kadınları etkiliyor. Tüm bu nedenlerden aile ve nüfus politikalarının, artan erkek şiddetinin, emek sömürüsünün, ekolojik yıkımın kadınların hayatlarında yarattığı tahribatın ve göçmen kadın emeği sömürüsünün emperyalizmden bağımsız olmadığını görüyoruz. Ülkemizde hayatlarımıza, emeğimize, bedenimize ve doğaya yönelik saldırılara karşı mücadeleyi antiemperyalist bir perspektifle ele alacak, aynı zamanda emperyalist savaş ve işgal altında direnen kadınlarla uluslararası dayanışmayı örgütleyecek antiemperyalist feminist mücadelenin yol ve yöntemlerini arayacağız.

Her afetin bir felakete dönüştüğü kapitalizmin felaketler çağında erkek egemen anlayışla kurulan şehirlerde kadınların kent hakkı mücadelesi yaşam mücadelesidir. Afetlere ve ekolojik yıkıma karşı mücadeleyi hayatlarımızı savunan bir perspektifle örgütlemeliyiz.

Türcü, neoliberal patriyarkal kapitalizmin yarattığı felaketler çağında ekolojik yıkıma karşı mücadele feminist mücadele açısından bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor. Yoksullaştırma, ekolojik kriz, afetler dünyada en çok kadınları etkiliyor. Toplumsal cinsiyet rolleri depremlerde, sellerde, yangınlarda kadınların daha fazla ölmesine neden olurken, felaketler toplumsal yeniden üretim alanını direk etkilediğinden kadınların bakım yükünü daha da artırmaktadır. Ayrıca afetlerde şiddeti önleyen mekanizmalara erişilemediğinden erkek şiddeti de artmaktadır. Bugün yaşanan su krizinden dahi en çok kadınlar etkilenmektedir. Kadınlar ekolojik mücadele içerisinde tarım alanlarını, gıda ve su hakkını savunmak için daha fazla yer alıyor. HES, JES, nükleer mücadelede kadınlar en önde olsa da toprağın mülkiyeti, karar alma hakkı erkeklerin elinde oluyor. Ekoloji mücadelesini yoksullaştırılan kadınların aile politikaları ile gasp edilen miras hakkı mücadelesi ile birleştiren, aynı zamanda emperyalist şirketlerin geçimlik toprağını zorla gasp ettiği koşullarda antiemperyalist mücadele ile birleştiren bir hatta örgütleme sorumluluğu kadın örgütümüzün önünde durmaktadır.

Milyonları mülksüzleştiren, yaşam alanlarını, tarım alanlarını gasp eden kapitalist yağmacı zihniyet kentleri de erkek egemen bir akılla kurmakta ve insan odaklı değil sermaye odaklı inşa etmektedir. Afetlerin felakete dönüşmesine sebep olan bu rantçı anlayışa karşı güvenli, parasız barınma hakkı kadınların mücadele konusudur. Afetlere dayanıklı kentler talep ederken bu kentlerin kadınların ihtiyaçları doğrultusunda düzenlenmesi, sokaklarında kadınların güvenle yürümesi, ulaşımdan, sağlığa, adaletten, eğitime kadar kadınların erişimini kolaylaştıracak yol ve yöntemlerin sağlanması kent hakkı mücadelemizin bir parçası olacaktır. Güvenli erişilebilir kent hakkı mücadelesi verirken bir yandan da kadın örgütümüzü afetlerin önlenmesinden, afet bilincine ve acil müdahale konularına kadar donanımını güçlendirecek adımları atacağız.

Saray iktidarının ve sermayenin aile ve nüfus politikaları ile emeğimizi, bedenimizi ve hayatlarımızı yağmalamasına izin vermeyeceğiz. Aile politikaları ve cezasızlık politikaları sonucu giderek büyüyen kadın katliamı karşısında kadınların dayanışma ağlarını güçlendirecek, erkek şiddeti karşısına feminist özsavunmamızla çıkacağız. Erkek şiddetini, eşitsizliği, LGBTİ+ düşmanlığını meşrulaştıran dinci gericilik karşısında feminist laiklik mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğiz. ‘Kutsal aile’ örtüsünü kaldırıp; yoksullaştırmayı, güvencesizleştirmeyi, erkek şiddetini sokak sokak, mahalle mahalle görünür hale getireceğiz. Devletin kendi sorumluluğunu üstümüze yıkarak ev içine sevk ettiği bakım hizmetlerinin kamulaştırılması için mücadele edeceğiz. Emeğimize, kentlerimize, doğamıza yönelik emperyalist sömürüye karşı mücadeleyi savaş ve işgal altındaki kadınlarla, göçmen kadınlarla dayanışma ilişkisini ileriye taşıdığımız sahici  mücadele zeminleri ile güçlendireceğiz. Afete dayanıklı, güvenli kentler için kent hakkı mücadelesini ekoloji mücadelesi ile birleştirecek, kadın örgütümüzü afetlerin önlenmesi ve afete müdahale konusunda donanımlı hale getireceğiz.

İsyanın rüzgarını arkamıza alarak emeğimiz, bedenimiz, hayatlarımız ve özgürlüğümüz için yola koyuluyoruz. Tüm kadınları mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.

Yaşasın feminist mücadelemiz!