Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”, Kürt sorununda yeni bir dönüm noktasını işaret ediyor. Devlet baskısının biçim değiştirdiği ve Kürt hareketinin “günün gereklerine göre yeni bir stratejinin” eşiğine geldiği bu “kaotik” dönüm noktasında, Türkiye sosyalist hareketinin yol gösterici ilkesi proleter mücadelenin ve halklar arasındaki dayanışmanın daha güçlü biçimde tahkim edilmesidir.
Emperyalist-kapitalist sistemin ürettiği çelişki ve çatışmalar, dünyayı siyasal haritaları değiştiren bir yeniden şekilleniş sürecine taşıdı. Emperyalistler arası bir yeniden paylaşım kavgası yükseliyor. Tehdit altındaki görece bağımsız devletler direnç göstermeye çalışırken, emekçi sınıflar ve ezilen uluslar da kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda isyan ve direniş hareketleri ile kavgaya giriyor. Genişleyen ve derinleşen savaşlar, halkların devrimci potansiyelini bastırdığı gibi, merkezi otoriteleri zayıflatıp sistem dışı ve sistem karşıtı aktörlere göreli bir hareket alanı da sağlayabiliyor. Bu koşullarda 2024 yılı itibariyle Ortadoğu’da ve ülkemizde yaşananlar Türkiye’yi tarihsel bir dönüm noktasına taşıdı. Suriye’nin parçalanma sürecinde, Fırat’ın doğusunda kontrolü elinde tutan Kürtler kalıcı bir siyasal statü elde etmeye daha önce olmadığı kadar yaklaştı. Ülke içinde ise AKP-MHP liderliğindeki faşist iktidar koalisyonunun toplumsal desteğindeki erime kritik bir aşamaya vardı. Yerel seçimlerde ülkenin seçim haritasını değiştiren toplumsal hoşnutsuzluk ve tepki, AKP’yi ilk kez birinci parti olmaktan çıkardı. Yerel yönetimlerin ezici çoğunluğu, CHP ve DEM Parti’nin “kent uzlaşısı” stratejisinin önemli katkısıyla muhalefetin eline geçti. Emek düşmanı tavizsiz bir yoksullaştırma programı izleyen iktidar, toplumsal hoşnutsuzluğu daha da büyütüyor. Faşist iktidar halkın büyüyen öfkesini yakından izlerken, halkı seferber edebilecek her türlü siyasal toplumsal aktöre yönelik baskıları tırmandırıyor. Tıpkı Kürt halkının Ortadoğu’da bağımsız bir politik inisiyatif alması engellenmek istendiği gibi, Türkiye emekçi sınıflarının ve ezilen halklarının da ülke içinde kendi bağımsız çıkarları için harekete geçmesi sistematik olarak engelleniyor.
Devletin PKK’ye yönelik “silahsızlanma ve kendini feshetme” çağrısı tam da bu koşullarda gündeme geldi. Devlet ile Kürt hareketinin önderliği arasında başlatılan yeni görüşmelerin, biçimsel dahi olsa herhangi bir toplumsal demokratik katılım kanalı tanımlanmadan, kamuoyundan gizli biçimde ve bütünüyle faşist iktidar koalisyonunun çizdiği sınırlar içinde sürmesi ciddi bir endişe kaynağıdır. Devlet ve Öcalan arasındaki bir uzlaşıyla, PKK’nin “silahsızlandırılması ve feshi” için bir çağrı dışında, açık seçik somut hedefler ve güven verici bir yol haritası şimdilik ortaya konmamıştır. Devlet tarafı, çağrı mektubuna, Öcalan’ın üzerinde hassasiyetle durduğu “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir” ifadesinin konulmasına dahi izin vermemiştir. Çağrıya uyan PKK tarafından ilan edilen “ateşkes” ise tek taraflı kalmış, sınır ötesi askeri operasyonlar aralıksız sürdürülmüştür. Devlet tarafında şeklen ve kısmen de olsa bir “demokratikleşme ve barış” yönelimi gözlenmemektedir. Böyle bir kapasiteden yoksun olması ise ayrı bir tartışma konusu.
40 yılı aşkın süredir ağır bedeller ödeyen bir ezilen ulus hareketinin, savaşı sona erdirecek bir müzakere imkânını değerlendirme girişimi anlaşılır bir şeydir. Tarihsel kazanımlarını kalıcılaştırmak ve yoğun kuşatma ve tehdit altında filiz veren bölgesel siyasal-toplumsal statüsünü (Rojava) korumak istemesi de olağan bir çabadır. Değişen tarihsel koşullar, uluslararası güç dengeleri, toplumsal çelişki ve çatışmaların sonucunda, örgütün kendini feshederek olagelen örgütlenme ve mücadele biçimini değişen koşullar gereğince değiştirmek istemesi kendi kararı ve hakkıdır. “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”, köklü ulusal sorunların çözümü için hala üretken ve yol gösterici bir ilkedir.
Görüşmelerin her iki tarafının bu süreci kendi politik hedef ve çıkarları doğrultusunda değerlendirmek isteyeceği de ortada. Sürecin kapalı yapısı gereği, bu aşamada, taraflardan yapılan açıklamalara bakılarak olumlu ya da olumsuz kesin hükümlerde bulunmak, gelişen karmaşık çatışma sürecinin kavranmasını zorlaştırıyor. Devrimci bir çizginin gereği olarak derinlemesine analiz, etkin müdahale, eleştirel mesafe ve dayanışma görevlerine hakkının verilmesi, soruna tam odaklanmayı, politik ciddiyeti, yaratıcılığı ve elbette militan refleksleri gerektiriyor.
Bir yanda Kürt halkının barış özlemi, diğer yanda sürecin büyük ölçüde kamuoyundan gizli bir şekilde yürütülmesi ve özellikle faşist iktidarın bileşenlerini taltif eden “diplomasi” dilinin de etkisiyle muhalefetin diğer kesimlerinde gelişen kaygılar, gayet anlaşılırdır ve ciddiye alınmalıdır. Ancak sürecin baskın yönü ne “barış” ne “demokratikleşme” ne de “Kürt sorununun çözümü” doğrultusunda ilerliyor. Karşımızda Ortadoğu’da savaşın daha da genişleme eğiliminde olduğu, Türkiye’de faşist baskıların ve yoksullaştırma politikalarının tırmandığı, halkın hoşnutsuzluk ve öfkesinin kabardığı sert bir mücadele süreci vardır. Devlet de AKP-MHP liderliğindeki faşist iktidar koalisyonunun bileşenleri de Kürt hareketi de sosyalist hareket dahil diğer muhalefet bileşenleri de böylesi bir sert mücadele sürecine doğru ilerlemektedir.
Kürt hareketi Türkiye sosyalist hareketinden farklı bir programa ve önceliklere sahiptir. Uzun bir tarihsel döneme ve dört ülkeye yayılan ezilen bir halkın köklü, karmaşık mücadele gerçekliği bunu gerektiriyor. Özel olarak Suriye, genel olarak Ortadoğu’daki gelişmeler aradaki açının daha da genişlemesine yol açıyor. Üstelik bölgede, ABD-İsrail karşısındaki uluslararası, bölgesel ve ulusal direnç unsurlarının çekilmesi, Kürt hareketini gerici siyasal muhatapların kuşatması altında yalnız bırakmıştır. Türkiye içinde ise emek örgütlerinin, sosyalist hareketin, halk örgütlenmelerinin zayıflığı, Kürt ve Türk halklarını eşitlik, özgürlük, demokrasi ve barış mücadelesinde yan yana gelebilecekleri, somut ve güçlü bir toplumsal zeminden yoksun bırakmaktadır. Sosyalist hareketin yalnızca “ilkesel doğrular” çerçevesinde takındığı “destekçi” ya da “eleştirel” tutumların, Kürt halkı ve Türkiye işçi sınıfı açısından anlamlı etkiler yaratmadığını sık sık gözlemliyoruz. İşte tam da bu koşullarda kendini işçi sınıfının ve ezilen halkların bağımsız iktidar mücadelesine adayan sosyalist hareketin, Kürt sorununun barışçıl, demokratik, toplumsal çözümünde de bağımsız bir tutum geliştirerek faşist iktidarın karşısına dikilmesi; Kürt hareketinin yoksul, proleter, kadın özgürlükçü ve seküler toplumsal güçleri ile yakın teması öne çıkarması kritik önemdedir.
Halkevleri, Kürt sorununun barışçıl, demokratik, toplumsal çözümünü savunmaktadır. Ancak Ortadoğu’da savaş politikaları, sınır-ötesi operasyonlar, yaygınlaşan kayyum atamaları ve polis-yargı operasyonları sürerken; üstelik halktan gizli yürütülen ve halkın katılımına izin verilmeyen bir süreç içinde “barış ve demokratik çözüm” mümkün olamaz. Tüm olup bitenleri halkların devrimci kapasitesine güven ilkesiyle sorguluyor, Kürt halkıyla dayanışmanın yolunun faşist iktidarın saldırı politikalarına karşı mücadeleden geçtiğini vurguluyoruz.
Kürt hareketi ile sosyalist hareket arasında bir programatik fark ve farklı dönemsel öncelikler bulunsa bile işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi ve ezilen ulusun kurtuluş mücadelesi birbirinin karşısına getirilebilecek mücadeleler değil, birbirini destekleyen, desteklemesi gereken mücadelelerdir. Sosyalist hareket Ortadoğu’da ve ülkemizde ezilen ulusların kurtuluş mücadelesine, eşitlik, özgürlük, demokrasi taleplerine kayıtsız kalamayacağı gibi; anti-emperyalist ve anti-faşist tutumunu da bütün ezilen sınıf ve ulusların kurtuluşunun bir gereği olarak öne çıkarmalıdır. Hiçbir ezilen ulusun mücadelesi bir diğer ezilen ulusun ya da ezilen halk kesiminin mücadelesinin karşısına geçirilemez, birinin ezilmesi pahasına bir diğeri kendi çıkarını savunamaz.
Ortadoğu’da işgalci ve sömürgeci güçler karşısında, Türkiye’de de faşist iktidar karşısında halk güçlerinin kuracağı her barikat, bütün eşitlik ve özgürlük mücadelelerini güçlendiren bir etki yaratacaktır. Gezi ve Kobanê isyanları Fırat’ın iki yakasında kendi özgün talepleri ile faşist iktidar karşısında ayağa kalkan iki halkın bu mücadele içinde nasıl birbirini anladığını, birbirine el uzattığını ve iki yakadaki mücadeleleri birbirine yaklaştıran yeni bir sürecin kapılarını araladığını ortaya koymuştur. AKP iktidarının koltuğunu sarsan da Türk ve Kürt sokağındaki bu seferberliklerdir. Bugün de halkın büyüyen hoşnutsuzluğu ve eşitlik, özgürlük, barış, demokrasi talebi iktidardakileri korkutmaktadır. İsyan bastırma rejimi işte bu iki sokağın yakınlaşmasını ve seferber olmasını engellemeye çalışmaktadır. Bu rejim yıkılmadan ne emekçinin ne Kürdün ne Türkün ne Alevinin ne kadının ne gençliğin kurtuluşu mümkündür.
Sözümüzün, eleştirimizin, dayanışmamızın anlam kazanacağı, bizi eşitlik, barış, demokrasi ve insanca bir yaşam mücadelesinde birleştirecek olan adres; emperyalizme, kapitalizme, işgale, sömürgeciliğe, faşizme ve yoksullaştırmaya karşı yürüteceğimiz mücadeledir. Bizi sürecin seyircisi değil öznesi kılacak olan da mücadelemizdir.
Ortadoğu’da emperyalist savaşların, işgallerin ve halkları hedef alan Siyonizm ve tekfirci cihatçılık dahil bütün gerici-şoven saldırı biçimlerinin karşısında durulmalıdır.
TSK’nin Suriye’ye ve Irak’a yönelik sınır-ötesi askeri operasyonlarına son verilmelidir.
ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizminin Ortadoğu’da savaşı sürdürme, Irak ve İran’a genişletme çabalarına karşı durulmalıdır.
Suriye’de Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere ezilen halklara yönelik saldırı ve katliamlarını sürdüren Suriye Milli Ordusu ve Heyet-i Tahrir’uş Şam adlı cihatçı çetelere verilen destek sonlandırılmalıdır.
Kayyum uygulamalarına son verilmeli, bugüne kadar yapılan kayyum atamaları da sonuçları ile birlikte geri çevrilmelidir.
Halkın ifade özgürlüğünün, toplantı ve gösteri hakkının sınırlandığı, iktidara muhalefet etmenin “suç” sayıldığı yerde “barış” ve “demokrasi” olmaz. İfade, örgütlenme, toplantı ve gösteri özgürlükleri önündeki engeller kaldırılmalı, muhalefete yönelik operasyonlar sonlandırılmalı, siyasi tutsaklar serbest bırakılmalıdır.
Ülke ağır bir yoksulluk yaşarken silahlanma bütçesi artırılarak “barış” sağlanamaz; bütçe, savaşa değil halkın insanca bir yaşam ihtiyaçlarına ayrılmalıdır.
Halkların eşitliği, özgürlüğü ve barış için mücadeleyi büyütüyoruz.
Sömürgeciler, faşistler, halk düşmanları yenilecek, halklar kazanacak!