Halkevleri 28. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi:

Halkevleri 28. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi:

Yaşamı yeniden kurmak için yürüyoruz! Yoksullaştırmaya ve faşizme karşı ileri!

Emeğin barikatı kurulmadıkça diğer toplumsal mücadeleler, sermaye düzeni ve bu düzeni korumak üzere yeniden inşa edilen faşist rejim karşısında politik olarak eksik, örgütsel olarak zayıf ve savunmasız kalacaktır. Halkevcilerin temel görevi; yoksul emekçi halkın özneleşeceği, kendi yazgısını eline alacağı anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-faşist bir mücadele hattının inşası, bunun geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır.

Sermaye hareketinin somut gelişme biçimi olarak felaketler ve krizler birbirini izliyor. Felaketler krize, krizler felakete dönüşüyor. Toplumsal-ekolojik yıkım, kapitalistler için bir kâr ve servet biriktirme kanalı haline geldi. Toplumsal yıkım sermayenin temel şartıdır, sermayenin hiçbir eğilimi, fraksiyonu ve temsilcisi bu şartların dışında hareket edemez.


Neoliberal birikim modelinin tıkanması ve ABD’nin emperyalist sistem içindeki hegemonyasının sarsılması da emperyalist-kapitalist sistemi yeni bir küresel çatışma sürecine sürüklemiş bulunuyor. Ve bu kaotik süreç içinde emperyalist sistem, savaşlar çıkarmaya ve sürdürmeye muhtaç hale gelmiştir.


Kuzeyde Ukrayna savaşı, güneyde Filistin topraklarında derinleşen ve Lübnan sınırına doğru genişleyen savaş, Suriye’de “normalleşme” tartışmalarıyla başlayan gerilim… Bu coğrafyadan uzaklaştığımızda ABD-Çin gerilimi altındaki Tayvan, Bolivya’daki darbe girişimi, Batı ve Orta Afrika’daki darbeler kuşağı… Tüm bunların üstüne yapılan NATO Zirvesi’ndeki daha fazla silahlanma çağrısı, “tehdit” uyarısının İran ve Çin’e de genişletilmesi… Yeni tipte faşist iktidarların ve hareketlerin yükselişi…

Emperyalist sistem içindeki bu kavga, bize anti-kapitalist, anti-emperyalist ve anti-faşist mücadeleleri birbirinin gereği ve bütünleyeni olarak kavrayan bütünsel bir mücadele çizgisi inşa etme sorumluluğu dayatıyor.


Proleterleşmiş halk kesimleri kendini, taleplerini ancak direniş olarak ortaya koyabiliyor, rejim ise tüm imkanlarını bu direniş ve isyanları bastırmaya seferber etmiş durumda.


Halka dayatılan; “kemer sıkma” programları, temel kamusal hakların tasfiye edilmesi, işçi sınıfının parçalanmış ve örgütsüz bir toplumsal nesne olarak yeniden inşası, işçi ücretlerinin sistemli bir şekilde aşağı çekilmesi, emeğe güvencesiz, uzun, yoğun proleter çalışma disiplinlerinin dayatılması, ırkçılıktan ayrımcı ücretlendirmeye kadar işçi sınıfı-içi rekabeti sürekli kışkırtacak yöntemlerin izlenmesi, ekolojik sömürü ve talan…


Emeğe karşı savaş açanlar halkta büyük hoşnutsuzluk yaratan bu savaşın bir gereği olarak sömürge tipi faşizmi, bir isyan bastırma rejimi biçiminde karşımıza çıkarıyor. Halka karşı yürütülen savaşta devletin yasal şiddet araçları dışında mafya ile kaynaşmış devlet destekli para-militer faşist çeteler bir sokak gücü olarak ezilenlerin karşısına çıkarılıyor. Burada savaş, özellikle de Kürtlere karşı savaş, Suriyeli göçmenlere karşı pogroma varan şiddet hareketleri, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı, doğa ve hayvan düşmanlığı, dinci gericilik faşizmin kitlesel ideolojik dayanaklarını oluşturmak için karşımıza çıkarılıyor.


Sınıf savaşlarında inisiyatif almak, devrimci sınıflara öncülük etmek isteyen, oligarşiye ve faşizme karşı mücadele etmek isteyen hiç kimse bu şartların dışında kalamaz. Halkın oligarşi ile temel çelişkisi bu zeminlerde gelişiyor. Bu yüzden faşizme karşı mücadeleyi de devrimci kitle faaliyetleri içinde ve faşizme karşı mücadelenin dinamiklerini de bu hareketlerin içinde arama görevini hayat bize dayatıyor.


AKP iktidarının ilk yıllarında ekonominin, toplumun ve devletin neoliberal yeniden yapılanma sürecinin kurucu aktörü AKP’ye karşı mücadeleyi sınıf mücadelesinin bir gereği olarak ortaya koyarak özgün militan bir hat yaratan örgütümüz, özellikle Gezi Direnişi / Haziran İsyanı sonrasında, faşizme karşı mücadeleyi sınıfsal ekseni ve ideolojik içeriği belirsiz bir AKP karşıtlığına indirgeyen eğilimlerle hesaplaşmış, kendi iç tartışma sürecinde de emeğin kurtuluş mücadelesinden ayrı, sosyalistleri sandık aritmetiğine hapsedip siyasetsizleştiren bir “faşizme karşı mücadele” tarif edilemeyeceğinin altını kalın bir çizgi ile çizmiştir.


Halkevleri, 28. Olağan Genel Kurulu’nda sınıf mücadelesini ve devrimci kitle faaliyetlerini önemsizleştirerek, seçim ittifaklarına girilmemesini “siyasetsizlik”, sınıf mücadelesini esas alma çağrılarını ise “ekonomizm” olarak tarifleyen bazı eski yönetici üyeler de politik ve örgütsel olarak mahkum edilmiştir. Genel Kurul, demokratik merkeziyetçilik ilkesi doğrultusunda örgüt içi tartışma ve karar alma süreçlerinde farklı fikirlerin dile getirilebileceğini ancak kolektif iradeyi temsil eden yetkili mekanizmalarda bir kez karar alındıktan sonra bütün örgütün bu kolektif irade doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini hatırlatmış, farklı görüşlere sahip üyelerin kendi eski yönetici pozisyonlarına dayanarak kurumsal ve politik olarak kurumu temsil edemeyecekleri, örgütün yetkili organ ve temsilcilerinin Halkevleri’nin en yüksek organı olan Genel Kurul sonucunda belirlendiğini bir kez daha vurgulamıştır.

Her düzeyde siyasi mücadele sınıf savaşlarının görünümleri olarak karşımızdadır ve sosyalistlerin işçi sınıfının devrimci özne olarak temel rolünü yadsıyan bir teorik ve pratik çaba içinde olması kabul edilemez. Türkiye işçi sınıfı, henüz kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda örgütlü ve seferber olmasa da, toplumsal siyasal değişimin esas gücü olduğunu Türkiye’nin geleneksel siyasi haritasını değişime zorlayan etkin bir olgu olarak kendini göstermektedir.

Sermaye politikalarının yıkıcı sonuçları nedeniyle halkın geniş kesimlerinde rıza üretme ve tepkileri bastırma kapasitesi daralan AKP iktidarı, toplumsal direnci bastırmak üzere devleti yeniden yapılandırırken uzun yıllar sonra gerçek bir alternatif haline gelen düzen muhalefeti ise halkın isyanını sisteme eklemlemeye yönelik bir normalleşme siyaseti izlemektedir. Bugün maalesef sınıf hareketi içindeki geleneksel inisiyatif merkezleri de bu sürece eklemlenmiş durumdadır. 



Bu koşullar içerisinde Halkevciler açısından temel görev emek hareketi ve toplumsal muhalefet içindeki geleneksel inisiyatif merkezlerinin ıslah edilmesi değil, yeni ve devrimci bir inisiyatif merkezinin yaratılmasıdır.

İsyan ve direnişlerde somutlaşan işçi sınıfı hareketi yeni bir tarihsel dönemin eşiğindedir. Paranın ve faşizmin tahakkümünde somutlaşan felakete karşı halkı topyekun bir mücadeleye çağırıyoruz. Dayatılan onursuzluğa itaat emiyoruz. Onurlu bir yaşamı seçiyoruz. Yepyeni bir toplumsal yaşamın mümkün olduğunu biliyoruz. Devrimci toplumsal pratik her zaman yol göstericimiz olmuştur. Yeni yeni yoksulluk ve eşitsizlik dayatmalarında; doymak bilmez sömürü ve talanlarda; özellikle felaket anlarında toplumun bağrından her daim, “ansızın” bir toplumsal hareket filizleniyor. Madenciler, moto-kuryeler, kent-doğa savunucuları, metal işçileri, tekstil işçileri, öğretmenler, emeğin hangi kesiminden yükselirse yükselsin, en basitinden toplumsal bir destek hareketliliği ortaya çıkıyor.Sokak canlılığını hiç yitirmiyor. Milyonları temsil eden emeklilerden sonra, öğretmenler de sokakta. Tıpkı Van-Hakkari kayyım direnişçileri, tıpkı İzmirli kamucular, tıpkı onur yürüyüşçüleri gibi. Sokağın hareket tarzını adeta “nöbetleşe direniş” karakterize ediyor. Nöbetleşe direnişten birleşik direniş hareketine geçişin gerekliliğini herkes biliyor. Parçalı, kısmi, kesimsel direnişlerin birleşik toplumsal bir hareketi sınadığı, denediği, yanıldığı, tekrar tekrar denediği bir yeni aşama bu. Vergiden, faturadan, kiradan, kredi borcundan, değersizleştirmeden görelim ne isyanlar çıkıyor. Yoksulluk, eşitsizlik, sömürü, sömürgecilik, ekolojik yağmadan görelim ne yeni yaşamlar çıkıyor. Çözüm ellerimizde.

Önümüzde çetin bir yol var. İktidar Orta Vadeli Program’la bu sistemdeki tüm tıkanıklığın maliyetini emekçi halkın sırtına yüklemeye kararlı. Yakın zamanda gördük ki zam yapılmayan tek şey emekçilerin ücretleri. Emekliler adeta sefalet içinde ölüme terk ediliyor. Sermaye kârına kâr katarken vergi yükü emekçilerin sırtına yükleniyor. Tasarruf paketleriyle kazanılmış sosyal haklarımızı da tırpanlayacaklarını ilan ediyorlar. Davetleri kabulümüzdür. Kavgaysa kavga…

Biz de yüzümüzü bu engebeli, dolambaçlı ve sarp yola çevirdik. Bu yol hayatın içinde sahici temaslar kurmaktan hayatın temel çelişkileriyle hemhal olmaktan geçiyor. İşçi sınıfı hareketinin oluşumu ve özel olarak Halkevlerinin günün devrimci görevleri temelinde yeniden örgütlenmesi buna bağlı. 6-7 Kasım 2023 tarihinde gerçekleşen Hatay çalıştayında rotasını sınıf eksenli hak mücadelelerine çeviren Halkevcilerin temel görevi; yoksul emekçi halkın özneleşeceği, kendi yazgısını eline alacağı anti-kapitalist, anti-emperyalist, anti-faşist bir mücadele hattının inşası, bunun geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasıdır.

Emeğin barikatı kurulmadıkça diğer toplumsal mücadeleler, sermaye düzeni ve bu düzeni korumak üzere yeniden inşa edilen faşist rejim karşısında politik olarak eksik, örgütsel olarak zayıf ve savunmasız kalacaktır.

Halkla sermaye arasındaki çelişkilerin derinleştiği, sınıfsal tepkilerin, hoşnutsuzlukların giderek arttığı günümüzde yoksul mahallelerde ve emek havzalarında kurucu kitle çalışmalarının örgütlenmesine her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Yerelin (ilin/bölgenin/mahallenin) temel/özgün sorunu/çelişkisi etrafında hak ve özsavunma mücadelelerini yükselteceğiz ve bu mücadele içinde örgütümüzü yeniden inşa edeceğiz. Karadeniz’deki çay meclisleri, Hatay’daki yaşam meclisleri, İstanbul’un yoksul mahallelerindeki işçi komisyonları/afet ekipleri, eğitim, kent, doğa mücadelelerinin içerisindeki sektörel ve yerel meclisler gibi, hak mücadelelerinin yeni dönemine ilişkin açığa çıkan deneyimlerimizi geliştireceğiz. Farklı içerik ve nitelikteki pratikleri ve girişimleri bütünleştirecek olan kolektif irademizi temsil eden örgütümüzdür.

Eğitim alanındaki neoliberal-gerici dönüşümün yol açtığı yıkım, iktidarın kendi muhafazakâr tabanı dahil olmak üzere toplumun geniş kesimlerinde büyük bir hoşnutsuzluk yaratmış durumda. İsyanın ilk adımlarını ise öğretmenler atıyor. Eğitim emekçilerinin itibarsızlaştırılmasının bir sonucu olarak yaşanan öğretmen cinayetlerinin ardından örgütlenen kitlesel yürüyüşler ve son olarak yaklaşık iki ay boyunca Ankara’yı, Meclis’in ve Bakanlığın kapısını eylem alanına çeviren nöbetler, yürüyüşler henüz bir başlangıç ve doğrudan siyasi iktidarı muhatap alan, sermayeyi ve gericiliği karşısına alan bir politik hak mücadelesi olarak karşımızda duruyor. Eğitim emekçilerinin yürüyüş kollarına, her biri bir “eğitim havzası” olan yaşam alanlarımızda veli ve öğrencilerin, ÇEDES’e, MESEM’e, paralı ve gerici eğitime karşı kamusal, nitelikli, bilimsel, anadilinde eğitim hakkı mücadelesinin örgütlenmelerini, mücadelelerini, yürüyüş kollarını ekleyeceğiz. Çocuklara yönelik çalışmalarımızı da bu bütünsel mücadelenin bir parçası olarak geliştireceğiz.

Kentlerde yoğunlaşan mülksüzleştirme, soylulaştırma, ranta açma politikaları nedeniyle, emekçiler, değil konut sahibi olmak kira ödeyemez hale gelmiştir. Barınma hakkı mücadelesi yeni biçimler altında karşımıza çıkacaktır. Kiracı örgütlenmeleri henüz ilk mütevazı örneklerini ortaya koyarken, bu alanda ciddi bir toplumsal gerilim yaşanmaktadır. Halkevciler örgütlü oldukları bölgelerde soruna farklı boyutlarıyla tanık olmaktadır. Büyük kentlerde kira ödeyemez hale gelen ya da uzun süredir yaşadığı yerleşimi terk etmeye zorlanan emekçiler arasındaki çalışmalarımızı ilerleteceğiz. Deprem sonrası büyük bir yıkım yaşayan Hatay’da barınma hakkı başta olmak üzere kent hakkı mücadelelerine yoğunlaşacağız. Yüzbinlerce insanın evinin yıkıldığı ve barınma sorununun ancak kamusal-toplumsal bir planla çözülebileceği koşullarda halk sermaye yanlısı bir iktidarın mülksüzleştirme projelerine karşı direnişle özel mülkiyet savunusunun çözüm olmadığı gerçeği arasında sıkışmış durumda. Halkın sermayeye karşı yaşam mücadeleleri üzerinde yükselecek politik iktidar mücadelesi içinde bir yürüyüş kolunu da deprem bölgesinden barınma hakkı talebiyle kurmayı kendimize görev biliyoruz.

Ege’den Doğu Karadeniz’e, Mersin’den Sivas’a doğanın yağmalamasına karşı yürütülen ekoloji mücadelelerinin diğer direnişlerle birbirini destekleyerek gelişen, kitlesel ve sonuç alıcı mücadelelere evrilmesi için çalışacağız.

Parçalı ve kesintili direnişler olarak kendini ortaya koyan farklı emek ve hak mücadelelerini, sınıf hareketinin ve toplumsal muhalefetin geneline hitap eden birleşik bir mücadeleye yönlendirecek merkezi araçlar üreteceğiz.

Türkiye’nin ABD/NATO kampında emperyalist çatışmalar doğrultusunda rol almasına, küresel işbölümü içinde ülkemizin ucuz işgücü cenneti olmasına, maden ve enerji kaynaklarının sermaye politikaları uğruna yağmalanmasına, savaş maliyetlerinin halkın sırtına yüklenmesine ve Suriye’deki olası çözüm alternatiflerine göre gelişebilecek ülkemize yönelik cihatçı akınını da yeniden yoğunlaştırılabilecek Kürt savaşına karşı da anti-emperyalist bir hareket inşa etme görevi önümüzde durmaktadır.

Kürt halkının ulusal, sınıfsal, cinsel, kültürel, ekolojik, katmanlı bir ezilmişlik süreci içinde gelişen isyanını bastırmak için geliştirilen savaş politikalarına, kayyım siyasetine, siyasi operasyonlara karşı barışı, demokrasiyi, eşitliği savunacak, halkın hakları için kurulan her barikatı aynı zamanda Kürt halkı ile dayanışma ve ortak isyanımızın barikatı olarak kuracağız.

Bu iktidarın Filistin direnişi karşısında İsrail’le olan işbirliğini teşhir etmeyi ve ilişkilerin kesmesi için mücadeleyi hem kendi özgün çalışmalarımızla hem tüm dost kurumlarla birlikte büyütecek, Filistin halkının işgalci ve ırk ayrımcı İsrail devletine karşı 1948’den bu yana sürdürdüğü meşru direnişi desteklemeyi sürdüreceğiz.

Türkiye’de faşizmin kitle temelini güçlendirmek, ağır bir sermaye saldırısı altında olan toplumun tepkilerini manipüle etmek ve iktidar içi gerilimlerde karşılıklı güç gösterisi yapmak için organize kontrgerilla saldırılarına, ırkçı faşist şiddete hedef olan “göçmenler” sorununu anti-faşist mücadelenin bir gereği olarak ele alacak, ülkemizi Avrupa’nın göçmen deposu ve AKP’nin cihatçı cenneti haline getiren politikalara karşı çıktığımız gibi, göçmenlere yönelik düşmanlık ve saldırganlık karşısında da sessiz kalmayacak, kendi örgütlenme alanlarımızda göçmen düşmanlığına geçit vermeyecek, halkın tepkilerinin gerçek adresine yani iktidara yönelmesi için çalışacağız.

İktidar yarattığı yoksulluğu yönetmenin aracı olarak kadınların emeğini ve bedenini denetim altına almak için aile politikalarını daha da sertleştiriyor. Çünkü güçlendirilmiş aile, aile içerisinde kadın ve anne bugün sistemin yeniden üretim krizinin bir çıkış yolu, ucuz iş gücü, karşılıksız kocaman bir emek demek. Tek adamın kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarak kadınların haklarına yönelik saldırının arttığı süreç, Medeni Kanun’da değişiklik tartışmalarıyla, 6284’ü işlevsiz hale getiren, kadınlara erkeğin soyadını dayatan torba yasalarla sürüyor. Kadınların aleyhine düzenlemelerin art arda gündeme getirilmesinde kuşkusuz kadın hareketinin sokaktaki yenilgisinin etkisi büyük. Ancak kadınlar Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında özel alandan kamusal alana emeği, bedeni, yaşamı için direniyor. Kadın özgürlük mücadelesi tarihimiz isyanlar ile, direnişler ile sokakları mora boyayan eylemlerimiz ve örgütlülüğümüz ile dolu. Tüm bu atmosfer içerisinde Halkevci Kadınlar olarak yoksul mahallelerdeki eşitlik ve özgürlük mücadelesinden aldığımız gücü, deneyim ve birikimi bugün yeniden kuruluşumuzun köşe taşları haline getirmek çabasındayız. Şimdi bize düşen yapabildiklerimizden ve yapamadıklarımızdan ders çıkararak kendi örgütümüzden başlayarak mücadeleyi büyütmek, hayatlarımıza kasteden saldırılara karşı feminist hareketin içinde sokakları yeniden kuşatmak ve sınırları aşan kızkardeşlik köprüsünü yeniden kurmaktır. Halkevci Kadın örgütümüzü ileriye taşımak için ortaya koyduğumuz örnekleri çoğaltma sözüyle Halkevci Kadınların tarihsel deneyimlerinden yola çıkarak memleketin dört yanında kadın örgütlenmelerimizi çoğaltacağız. Neoliberal düzende, tam da yoksullaştırma politikalarının aileyi güçlendirme politikaları ile kadınların hayatlarını, emeklerini hedef aldığı koşullarda Halkevleri’nin yoksullaştırma politikalarına karşı mücadele programında feminist mücadele bayrağımızı yükseltecek, yoksullaştırmaya karşı mücadeleyi feminist mücadelenin programı haline getireceğiz. Erkek şiddetinin bir haftada 10 kadını katlettiği, 9. Yargı paketi ile kazanılmış haklarımıza yönelik tehditlerin arttığı, kamusal alanda gericilikle beslenen yeni erkeklik biçimlerinin inşa edildiği bu sürece uygun bir özsavunma politikası geliştirme ihtiyacının bilinciyle yola koyuluyoruz.Yaşamlarımızı hedef alan saldırıların en güçlü zeminini oluşturan dinci gericilik karşısında feminist laiklik mücadelesini büyüteceğiz. Genel Kurulumuzda ortaya koyduğumuz iddiayı bu yaz yapacağımız kadın yaz kampında programatik hale getirerek, yaptığımız tartışmalardan kendimize yeni görevler çıkararak kentlerimize döndüğümüzde mücadeleyi büyüteceğiz.

Halkın bu dünyayı sömürüye, talana, yoksulluğa, savaşa, gericiliğe, faşizme boğan sermaye düzenine karşı eşit, özgür, insanca bir yaşam kavgası verdiği mücadele zeminlerinde kararlılıkla yürüyoruz.

Yolumuz açık olsun…