1 Mayıs’ın hatırlattıkları – Ergin Çevik

1 Mayıs’ın hatırlattıkları – Ergin Çevik

Ülke toprakları sermayeye peşkeş çekilmiş, dağlara altın madenleri, derelere HES’ler kurulmuş. İliç’te çöken altın madeni altında kalan işçilerin bedenleri aylar sonra bulunabilmiş, siyanür toprağa karışmıştı. Ve daha vereceğimiz birçok örnekle birlikte yer altı ve yer üstü kaynaklarının emperyalizm ve yerli işbirlikçiler tarafından sömürüldüğünü görüyoruz. Bu sömürü ilişkileri yoksullaştırma, işçileştirme ve mülksüzleştirme saldırılarıyla iç içe geçmiş. Bir avuç zengin servetine servet katarken, sömürü çarkının altında ezilen halk kıt kanaat geçinmeye çalışıyor. Çalışırken ölüyor, gırtlağa kadar borcun içinden çıkamıyor.

1 Mayıs tutuklularından biri olduğum için bu yazıyı hapishane koşullarında yazıyorum. 1 Mayıs sonrası solun değerlendirmelerini, analiz ve yönelim yazılarını okuma olanağım(ız) olmasa da yürütülen tartışmaların, sınıf mücadelesinin seyri, olanaklar ve 1 Mayıs operasyonlarını da kapsayan bir tartışmayla gerçekleştiğini tahmin ediyorum. Kuşkusuz bir yazıda her şeyi anlatamayız. Ama sınıf mücadelesinin bugünkü panoraması ve halkta biriken isyan potansiyeli tartışmasına bir giriş yapmak/yapılan tartışmayı ilerletmek, biriken potansiyelin örgütlenmesi ve uygun yapının inşası tartışması açısından birkaç önemli noktayı işaret etmek için bir katkı ve değerlendirme yazarak başlayalım.

2024 1 Mayıs’ına giderken sınıf mücadelelerinde önemli gelişmeler yaşandı. Neler olduğunu kısaca hatırlayalım, yanı sıra verilen tepkilere/cevaplara bakalım.

İlk durak 14-28 Mayıs seçimleri

İlk durağımız 14-28 Mayıs 2023’te gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri. Seçim yaklaşırken solun önemli bir kesimi, “Bu süreçte bir mücadele ittifakı kurmak gerek” diyerek Emek ve Özgürlük İttifakı’nı oluşturdu. Fakat bu ittifak seçim ekseninde şekillenmişti ve asıl amacı seçimde başarı sağlamaktı. Kaldı ki ittifak “yukarıdan” kurulmuş, halkta bir karşılık bulamamıştı. Bırakalım mücadele ittifakını, seçim ittifakı bile olamamıştı. Bu durum seçimden birkaç ay sonra EÖİ bileşeni bir parti tarafından da dile getirilmişti.

Bu süreç şekillenirken bir yandan da sermaye tahakkümü altında ezilenler irili, ufaklı sokağa akıyordu. Bir yanda işçi eylemleri, bir yanda yoksulluk karşısında eylemler… Halk, sermaye politikalarına karşı kendini ifade etmeye çalışıyordu. Devrimciler de bu durumu örgütleme sorumluluğuyla karşı karşıyaydı. Bu noktada gelişen bir hatalı eğilimlerden biri EÖİ’ye girmenin hayati önem arz ettiğini öne sürerek ve devrimci potansiyelin üstünden atlayarak hareket etmeydi. Bu eğilimi politik açıdan bir sağ sapma olarak değerlendirebiliriz.

Milletvekilleri seçimi sonucu Meclis, en gerici yapısına kavuştu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de solun bir kısmı Kılıçdaroğlu için oy çağrısı yapılması gerektiğini savunmuş, sınıf mücadelesinin gereklilikleri ve halkla oligarşi arasındaki kriz dinamiklerine odaklanmak yerine düzen içi değişim hayalleriyle hareket etmişlerdir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Kılıçdaroğlu kaybetti, umudunu Kılıçdaroğlu’na bağlayan sol da onunla birlikte kaybetti.

Devrimciler bu süreçte halkın taleplerine/çıkarlarına dayanan bir program örgütlenmesi gerektiğini savunuyor ve bu yönde hareket etmeye çalışıyordu. Sınıf mücadelesinin devrimcilerin önüne koyduğu görevle, düzen içi değişim hayali içinde olanların arasındaki çizgisel fark iyice belirginleşiyordu.

6 Şubat depremleriyle birlikte ortaya çıkan büyük yıkımın arasında devrimciler ortaya bir iddia koydu. “Kaderine terk edilen halkla birlikte yaşamı yeniden kuracağız” iddiası örgütlenmeye başladı ve kendini Yaşam Meclisleri/Merkezi olarak ifade etmeye başladı. Sınıf mücadelesinin ihtiyacı ile düzen içi değişim peşinde koşanların (ki düzen içi değişim peşinde koşanlar bunu asla kabullenmeyecek) arasındaki politik çelişki/fark, devrimci siyasette ısrar ve bir siyasete eklemlenmek arasındaki hatta kalın çizgilerle belirginleşti.

Sonuç olarak emekçi kitlelerde biriken isyan potansiyeli örgütlenmeyi bekliyor. Sınıf mücadelesi bir kutup yıldızı gibi bize bir yol gösteriyor. Halkın yaşadığı gündelik sorunların halk iktidarı perspektifiyle örgütlenmesi ve kavgada özneleşeceği örgütlerin yaratılması için bekleyecek vakit yok. 1 Mayıs 2024 süreci bu ihtiyacı en berrak haliyle ortaya koyuyor.

Halkta biriken isyan potansiyeli ve potansiyelin örgütlenmesi

Türkiye toprakları tarih boyunca çeşitli halk isyanlarına tanık olmuştur. Çeşitli ezilme biçimlerinden doğan bu isyanların etkisi hâlâ iktidarda büyük korku yaratırken, bizlerin önüne de büyük bir soru koyuyor: Bugün halkta biriken isyan potansiyeli nasıl örgütlenecek ve bu örgütlülük kendisini halkın iktidarına taşıyacak atılımı nasıl gerçekleştirecek? Günün en yakıcı sorusu/sorunu karşımızda duruyor.

Bu potansiyelin nerede ve nasıl mayalandığına bakalım. Türkiye halkları tekelci sermaye politikaları tahakkümünde gelişen, yoksulluk, gericilik kıskacında deyim yerindeyse tam bir yaşam savaşı veriyor. Bu durumun yansımalarını en somut haliyle yağma, talan ve işbirliği politikalarında görüyoruz. Ülke toprakları sermayeye peşkeş çekilmiş, dağlara altın madenleri, derelere HES’ler kurulmuş. İliç’te çöken altın madeni altında kalan işçilerin bedenleri aylar sonra bulunabilmiş, siyanür toprağa karışmıştı. Ve daha vereceğimiz birçok örnekle birlikte yer altı ve yer üstü kaynaklarının emperyalizm ve yerli işbirlikçiler tarafından sömürüldüğünü görüyoruz. Bu sömürü ilişkileri yoksullaştırma, işçileştirme ve mülksüzleştirme saldırılarıyla iç içe geçmiş. Bir avuç zengin servetine servet katarken, sömürü çarkının altında ezilen halk kıt kanaat geçinmeye çalışıyor. Çalışırken ölüyor, gırtlağa kadar borcun içinden çıkamıyor.

Bu durumda yeni işçi kitlesi artık içinde bulunduğu kaba sığmayacak bir isyan potansiyeli biriktiriyor. Kırlardan, madenlerden kentte merdiven altı tekstil atölyelerine, göçmenlerin çalıştığı alanlardan biri de olan atık toplamadan enerji sektörüne, yeni işçi kitlesi her yerde. Kitlesel fabrikaların çözüldüğü/çözülmeye başladığı ve üretim alanlarının yoksul mahallelerin içlerine kadar olabildiğince genişlemeye başladığı duruma bir de yeni işçi kitlesinin örgütlenmesi gözüyle bakmak gerekiyor. İsyan odakları yoksul mahalleler ve işçi havzalarında belirginleşiyor. Demiri oraya atmak gerekiyor.

Bu odaklarla ilişki kurmak için uzun soluklu, derinlemesine bir örgütlenme planına ihtiyacımız var. Bu planın temeli şimdilerde yoksul mahallelerdeki işçi komisyonlarında, Çay Meclisi gibi üretici örgütlenmelerinde, halkın hakları mücadelesinin bugününde atılıyor. Derinlemesine çalışmamız gereken alan, halkı mücadeleye sevk edecek, halkın gündelik sorununu bir iktidar sorunu haline getirecek meclislerin oluşturulması. Bu meclislerin içinde halkın özneleşmesinin sağlanması, isyan potansiyelinin örgütlü gücünü oluşturmak için de atılmış bir adım olacaktır. Bu örgütlenme faaliyeti mülkiyet ilişkilerinden uzak, halkın çıkarını önceleyen ve yaptığı her işi iktidara karşı bir mevzi olarak inşa eden ve aynı zamanda alternatif üreten bir devrimci çizgide gelişecektir. Bu çizgi, örgütçülerin katkısını bekliyor.

Bu çizginin pratikleri yavaş yavaş mayalanırken, sınıf bilincini örgütleyecek, isyan potansiyelini devrimci bir dalgaya dönüştürecek, gelecek tüm saldırılara karşı güçlü bir karşı koyuş örgütleyecek ve halkı iktidara taşıyacak olan yapı da bu süreç içinde örgütlenecektir.

Sonuç olarak; faşizm sermaye politikasının hayata geçmesi için uyguladığı politikalarla isyan potansiyelinin önünü kesmeye çalışıyor. Bu isyancı potansiyeli örgütlemeye aday olanları tutuklama, operasyon, baskı vb. yoluyla sindirmeye çalışıyor. Nafile bir çaba. Yoksul mahallelerde, işyerlerinde, halkın sorunlarının olduğu her yerde meclisler, komisyonlar örgütlemeye başlayalı biraz zaman oldu bile. Bu topraklarda bu maya tutar, bu tohum filizlenir. Bekleyecek vakit yok, mevzileri çoğaltalım.

* Ergin Çevik, Silivri Hapishanesi