Ya yıkım ya sosyalizm! Yaşamak için örgütlenelim

Türkiye’nin dört bir yanında halkın hakları mücadelesini örgütleyen, salgınların, afetlerin, savaşın, sömürünün, kentsel ve ekolojik yağmanın yarattığı yıkım karşısında yaşam kavgasını büyüten, dayanışmayı örgütleyen Halkevciler olarak, 4-5 Kasım tarihinde Hatay’da sonbahar çalıştayımızda bir araya geldik. Çalıştayda, emperyalist kapitalist sistemin bugünü, faşizm ve faşizme karşı mücadele, isyan ve direnişler ve emeğin iktidar mücadelesi üzerine tartışmalar yürüttük. Neoliberal-faşist politikalar nedeniyle bir doğa olayının büyük bir toplumsal katliama dönüştüğü ve yıkıntıların arasında yaşamı yeniden kurma mücadelesinde devrimci siyasetin zorunlu ve mümkün olduğunu gördüğümüz Hatay’da, Halkevciler olarak birbirimize, Türkiye ve dünya halklarına bir söz verdik. Bu yıkım düzeni karşısında tek yol devrim, tek yol sosyalizm diyerek halkın hakları mücadelesi bayrağını yeniden yükselteceğiz.

Kapitalizm içinde bulunduğumuz yüzyıl itibariyle ilk kez evrensel bir sistem haline gelmiş, bütün üretim araçlarını sermayeleştirmek, bütün ürün, hizmet ve varlıkları metalaştırmak, bütün çalışabilir nüfusu proleterleştirmek ve yeniden proleterleştirmek için emeğe, insanlığa ve doğaya savaş açmıştır. Kapitalizmin daha iyi bir gelecek vaadine son verdiği 2008 küresel finans krizi itibariyle de bu savaş alenileşmiş, kapitalist devletler kriz yönetimini çok boyutlu bir toplumsal savaşı yürütecek faşist iktidarlarda bulmuştur. Yalnızca orduların kullanıldığı savaşlar değil, mülteci krizleri, salgınlar, doğal afetler, iklim krizi, cinsiyet krizi, emek sömürüsünün ölümcül bir boyut kazandığı üretim süreçleri, kent ve doğa yağması, sermayenin bütün bir insanlığı hedef aldığı toplumsal cinayetler biçiminde yaşanmaktadır.

Emek ve sermaye arasındaki temel çelişki, sınırsız bir yıkım kaynağı olarak sermaye ile yaşam arasındaki bir çelişki biçimine bürünmüştür. Yaşam mücadelesi, işçi sınıfını ve toplumsal müttefiklerini sermaye karşısında birleştiren düzen karşıtı, devrimci bir içerik kazanmaktadır. İnsanlık bu gerçeği henüz devrimlerle ortaya koyamasa da yıkım düzenine isyan ve direniş hareketleri ile karşı koymakta, yarının devrimlerinin üzerinde gelişeceği zemini hazırlamaktadır. İnsanlığın önünde iki seçenek vardır: “Ya yıkım ya sosyalizm!” Ya bu yıkım düzeninin esareti altında kalacağız ya da insanlığın kurtuluşu ve yaşam için örgütlenerek sosyalizm diyeceğiz.

Emperyalist dünya sisteminin krizi

Neoliberalizm, ABD hegemonyasında evrensel bir sistem haline getirilmiş ancak bunun sonucunda ABD hakimiyetinin ve neoliberal birikim modelinin sınırlarına da dayanılmıştır. Emperyalist dünya sistemi içinde rakip güç odakları ortaya çıkmış, emperyalist müdahaleciliğe karşı konulabileceğini gösteren ulusal, toplumsal direnişler gelişmiş ve neoliberal-faşist iktidarlar karşısında dünyanın dört yanında halk isyanları boy vermiştir.

Başta ABD, Çin, Rusya ve Batı Avrupa olmak üzere farklı güç odakları arasında ‘yeniden paylaşım’ ya da ‘bölgesel nüfuz’ eksenli rekabet gelişmektedir. Bu rekabet ekonomik düzlemde küresel ticaret yolları, tedarik zincirleri, finans ağları ve enerji koridorları üzerinden sürerken uluslararası düzenin kuralsızlaşması, bu kuralsızlaşma içinde özerk hareket kapasitelerinin oluşması, bölgeselleşme eğilimleri, ticaret savaşları, silahlanmanın tırmanması ve vekalet savaşları şeklinde doğrudan siyasal biçimler de almaktadır.

Bu çatışmalar, insanlığa karşı yürütülen büyük savaşta mülksüzleştirme ve göçmenleştirme yoluyla sömürünün ve eşitsizliklerin derinleştirilmesi sonucunu da üretmektedir. Baskı altındaki ulusal, cinsel kimlikler işçi sınıfının alt katmanlarına itilmekte, proletarya kadınlaşmakta ve göçmenleşmektedir. Ekolojik sömürgecilik dünyanın dört bir yanında insanların yaşam ve geçim kaynağı doğayı katletmektedir. Kapitalizmi ayakta tutan bu saldırganlık kadın, göçmen ve ekoloji direnişlerinin anti-kapitalist, anti-emperyalist içeriğini genişletmekte, güçlendirmektedir.

Dünya halkları üzerinde farklı yoğunluklarda etkisini sürdüren toplumsal savaşın karşısında, işgale karşı silahlı direnişten yağma talan düzenine karşı halk isyanlarına uzanan bir yelpazede karşı koyuşlar gelişmekte, isyan ve direnişler siyasal iktidarları tehdit ettiğinde doğrudan emperyalist müdahalelerle yüz yüze gelmektedir.

ABD liderliğindeki emperyalist-kapitalist kampla askeri ve ekonomik entegrasyon yoluyla 75 yılı aşkın sürelik bir bağımlılık ilişkisi içinde olan Türkiye egemenleri, emperyalist sistemin krizinin yarattığı boşluklarda inisiyatif alarak yayılmacı, müdahaleci bir politikayı öne çıkarmaktadır. Bu, emperyalizmin içsel bir olgu olduğu yeni-sömürgecilik ilişkilerinin zayıflaması değil derinleşerek yeni boyutlar kazanmasıdır. ABD/NATO eksenindeki emperyalist-kapitalist kampla bağımlılık ilişkileri belirleyiciliğini korumakta, uluslararası alanda kategorik olarak “bağımsız” değil “emperyalizm işbirlikçisi” bir konumlanış kendini göstermektedir. İşbirlikçi Türkiye egemenleri, hem sınır içinde gizli işgali derinleştirmekte, sınıfsal tahakküm ilişkilerini yeniden yapılandırmakta, hem de sınır ötesinde emperyalist çıkarları savunmaktadır.

Sistemin ihtiyacı: Bir isyan bastırma rejimi olarak faşizm

Emperyalist kapitalist sistemin yarattığı yıkım karşısında işçi sınıfı isyan ve direnişlerle sahneye çıkmakta, sistem kendi krizini aşamasa da yönetebilmek için bu isyan ve direnişleri bastıracak rejimlere ihtiyaç duymaktadır. Sistemin krizi karşısında isyancı kapasitesi giderek gelişen proleterleşmiş bir nüfusun yarattığı riskler, tarihin en gerici güçlerini seferber eden yeni tipte faşist iktidarlar tarafından bertaraf edilmeye çalışılmaktadır. Ülkemizde faşizm, bir yandan proletaryanın birliğini ve bağımsız bir politik güç olarak sahneye çıkmasını engelleyecek gerici ideolojileri seferber ederken bir yandan da direniş eğilimlerini bastıracak resmî ve paramiliter zor aygıtlarını devreye sokan bir isyan bastırma rejimi olarak yeniden yapılanmaktadır.

Sadece ortaya çıkmış isyanların ve direnişlerin bastırılması değil olası isyanların önlenmesi de rejimin temel görevidir. Bu görev aynı zamanda işçi sınıfının örgütsüzleştirilmesi, siyasal ve kültürel olarak suni bir kamplaşma içine sıkıştırılması; ırkçı, dinci, fetihçi, kadın ve LGBTİ+ düşmanı, göçmen düşmanı, bilim ve sanat düşmanı söylem ve uygulamalarla paralize olması için kitle pasifikasyonu ve kara propaganda yöntemlerini içermektedir.

Türkiye’de Gezi ve Kobanê isyanları sonrası kentleri zapturapt altına almaya yönelik isyan bastırma düzenekleri yapılandırılmıştır. Kürt silahlı hareketine karşı sınır içinde ve sınır ötesinde yürütülen savaş süreklileştirilmiştir. Buna paralel olarak başlayıp zamanla diğer coğrafyalara da uzanacak biçimde, uluslararası cihatçı paramiliter ağların orduya yedeklendiği sınır ötesi askeri müdahaleler başlatılmıştır. Kürt halkının siyasal ve kültürel haklarının yok sayılması ve taleplerinin kriminalleştirilmesi zamanla bütün ülke halklarının yurttaşlık haklarını yok sayan bir sürekli olağanüstü halin temelini oluşturmuştur. Kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı, göçmen düşmanlığı, Diyanet’in toplumsal siyasal hayat üzerinde düzenleyici bir rol edindiği dinci gerici saldırganlık iktidar eliyle özel olarak örgütlenmektedir. Faşizmin yukarıdan aşağı inşa edilen kitle desteğine ve adil olmayan seçimlerin sonuçlarına yaslanarak Anayasal düzeni ve yurttaşlık haklarını yok sayan başkanlık sistemi, devlet, mafya ve sermayenin kaynaştığı bir kontrgerilla ittifakı üzerinde yükselmektedir. Tüm bu özgünlükler bugünkü isyan bastırma rejiminin ve faşizme karşı mücadelenin içeriğini belirlemektedir.

Yeni dönemde hak mücadeleleri

Proleterleşmiş Türkiye toplumu, ücret dışı geçim araçlarından soyutlanarak tamamen güvencesiz yaşam koşullarına mahkûm edilmiştir. Bunun en temel nedeni tüm kamusal birikimin özelleştirilmesi, emekçi halk kesimlerinin kırda ve kentte ağır mülksüzleştirme hamleleri ile karşı karşıya kalması ve temel toplumsal hakların piyasalaştırılmış olmasıdır.

Ne yazık ki neoliberalizmin özelleştirme, mülksüzleştirme ve piyasalaştırma biçimindeki saldırganlığına karşı yürütülen hak mücadelelerin savunmacı karakterdeki ilk dönemi, önemli deneyimler üretmesine rağmen yenilgiye uğramıştır. Bu yenilgi sonucunda neoliberal program yerleşik hale gelmiş, güvencesizlik derinleşmiş ve halk kesimlerinin ortak mücadele kapasitesi gerilemiştir.

Bununla birlikte emek sermaye mücadelesi başka biçimler alarak şiddetlenmektedir. İşçi sınıfının farklı katmanları sermaye düzenine karşı hayatta kalma, yaşamı savunma, daha doğrusu sermayenin yıkımı karşısında yaşamı yeniden inşa etme mücadelesinde ortaklaşma eğilimindedir. Dolayısıyla hak mücadelelerinin bugünkü biçimi, savunma değil, yerleşik hale gelmiş neoliberal düzen karşısında bizden çalınanları geri alma ve yaşamı yeniden inşa etme mücadelesidir. Eğitim hakkı mücadelesi artık eğitimin piyasalaştırılmasını engelleme değil piyasalaştırılmış eğitim alanının kamulaştırılması/toplumsallaştırılması mücadelesidir. Barınma hakkı mücadelesi kentsel dönüşüme karşı gecekondu halkının direnişleri olarak sürmemekte ama kiracıların, kent dışına sürülen emekçilerin, yurtsuz üniversitelilerin barınma talebi olarak ve bir bütün olarak kentin yeniden inşası mücadelesi olarak yeniden yükselmektedir. Sağlık hakkı mücadelesi, sağlığın piyasalaştırılmasını engellemekte başarısız olmuştur ancak bugün metalaşmış sağlık sisteminin yerine toplumsal sağlığın inşası olarak yeniden doğmaktadır.

Emeğin iktidar mücadelesi

Kapitalizmin evrensel bir sistem haline gelerek bütün toplumsal çelişkilere sınıfsal bir içerik kazandırdığı yerde emeğin iktidar mücadelesinden yani sosyalist bir devrimden başka kurtuluş yoktur. Emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleler, emeğin sermayeye karşı yaşam hakkını savunma ve yaşamı yeniden inşa etme mücadelesinden ayrı düşünülemez. Yalnızca toplumsal eşitlik değil bağımsızlık, demokrasi, özgürlük, laiklik mücadeleleri de emeğin iktidar mücadelesinden bağımsız ele alınamaz mücadelelere dönüşmüştür. Emekçi halkın sermayenin yıkımı karşısında topyekûn bir yaşam mücadelesi içeriğiyle genişletilmiş devrim programı bütün mücadelelerin ortaklaşma zeminidir. Farklı toplumsal kesimlerin eşitlik ve özgürlük talepli mücadeleleri birbirinden ayrık kısmi, kesimsel mücadeleler değil işçi sınıfı öncülüğünde iktidar mücadelesinin bütünleyenleridir. Kurtuluşun yolu işçi sınıfının ve tüm devrimci toplumsal güçlerin “Halk iktidarı” hedefiyle örgütlenmesinden geçmektedir.

Halkevleri olarak, halkın örgütlenmesi, mücadeleye sevk edilmesi, mevcut mücadele güçlerinin birbirinden etkilenen, öğrenen ve gelişen bir şekilde ilişkilendirilmesi hedefiyle;

1- İnsanlığa ve doğaya karşı sınırsız bir yıkım kaynağına dönüşen ve doğrudan yaşamın karşısında konumlanan neoliberal düzen karşısında halkın hayatta kalma, yaşamı savunma, yaşamı yeniden inşa etme mücadeleleri içinde hak mücadeleleri bayrağını yeniden yükselteceğiz. Eğitimden sağlığa, barınmadan ulaşıma, enerjiden suya, kentlerimizden doğaya, güvenceli çalışmadan örgütlenme hakkımıza bizden çalınanları geri alacak, mülksüzleştirenleri mülksüzleştirmek, emeğin iktidarını kurmak için örgütleneceğiz. Özelleştirilmiş olanın kamulaştırılması, metalaştırılmış olanın toplumsallaştırılması, insanlığa sosyal ölü muamelesi yapan bu yıkım ve katliam düzenini yıkıp insanca bir yaşamın inşası için mücadele edeceğiz.

2- Dünyaya ölüm, yağma ve yoksulluk kusan emperyalist-kapitalist sistemin açık ve gizli işgallerine karşı halkların dört bir yanda boy veren direnişlerini direnişimiz bilecek, emperyalist sömürgeciliğe karşı mücadele bayrağını yükselteceğiz. Ülkemiz egemenlerinin emperyalizm işbirlikçisi politikalarına, sınır ötesi fetihçi saldırganlığa karşı duracağız. Bağımsızlık, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve enternasyonalizm ilkelerini direnişin ana ilkeleri olarak yaşama geçireceğiz. Emperyalist müdahale ve savaşlarla kışkırtılan ırkçılık, milliyetçilik, yabancı düşmanlığı karşısında duracağız. Bu politikaların amacı ve sonucu olarak kitlesel göç hareketleri ile savrulan işçi sınıfının ortak mücadelesini ve dayanışmasını büyüteceğiz. İşçi sınıfının ucuz emeğe dayalı sömürüsüne karşı örgütlenmeyi yaygınlaştıracak, maden-tarım-orman havzalarının talanına karşı ekoloji mücadelesini, yoksulluk ve hayat pahalılığına karşı direniş eğilimlerini emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele içeriğiyle büyüteceğiz.

3- Faşizmin, kriz içindeki kapitalist sistemin sürekliliğini sağlamak, işçi sınıfının bağımsız bir politik güç olarak sahneye çıkmasını engellemek ve halkın isyan kapasitesini bastırmak için halka karşı yürüttüğü toplumsal savaşta halkın direnişini örgütleyeceğiz. Bastırılmak istenen emek mücadelelerini, kadın mücadelelerini, ekoloji mücadelelerini, gençlik mücadelelerini faşizme karşı mücadelenin gerekleriyle donatacağız. Faşizmin kitle temelini oluşturmak için örgütlenen Kürt düşmanlığına, Alevi düşmanlığına, göçmen düşmanlığına, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığına, bilim ve sanat düşmanlığına karşı hem ideolojik düzlemde hem özsavunma düzleminde yanıt vereceğiz. Halkın ortak mücadele kapasitesini hedef alan kitle pasifikasyonu kampanyalarına karşı devrimci kitle mücadelesini yükselteceğiz. Faşizme karşı mücadeleyi bir iktidar mücadelesi olarak ele alacağız.

4- Yürüttüğümüz bütün kitle mücadelelerini aynı zamanda halkı söz, yetki ve karar sahibi olacak bir özyönetim anlayışıyla meclislerde bir araya getireceğiz.

5- Yıkımlar ve felaketler çağında halkı örgütsüz ve çaresiz bırakmayacak, bulunduğumuz her düzlemi aynı zamanda bir afet hazırlık ve dayanışma örgütü olarak düzenleyeceğiz.

6- Faşizmin dinci gericilikle kendini yeniden ürettiği, halkın geniş kesimlerinin haksızlıklara itirazının dinselleştirme ile baskılandığı, Diyanet ve iktidar eliyle eğitimden sağlığa tüm kamusal alanın ve özel alanın dini referanslarla yeniden dizayn edildiği, erkek şiddetinin meşrulaştırıldığı koşullarda kaynağını işçi sınıfı mücadelelerinden, kadın direnişinden, bilimden ve her türlü eşitlik mücadelesinden alan bir laiklik anlayışını mücadelemizin bayrağı haline getireceğiz. Devletin, kamunun ve özel alanın dinsel referanslardan, dinsel baskılardan arındırılması hedefiyle laiklik ilkesini kurucu bir ilke olarak bütün mücadele alanlarımıza taşıyacağız.

7- Kadınların haklarına, bedenlerine ve hayatlarına karşı savaş açan patriyarkal kapitalizm ve onun ülkemizdeki temsilcisi dinci-gerici iktidar karşısında haklarından vazgeçmeyen, hakları için direnen ve geri adım atmayan kadınların dayanışmasını ve feminist özsavunmasını büyüteceğiz. Ücretli/ücretsiz emeğimizin sömürülmesine karşı duracak, bakım emeğinin toplumsallaştırılması için mücadele edeceğiz. LGBTİ+lara yaşam hakkı tanımayan düzen karşısında birbirimizin elini bırakmayacağız. İçinde yaşadığımız toplumu feminist ilkelerle bugünden yeniden kuracağız. İşçi sınıfının kadınlaştığı, kadınların ucuz emek gücü ordusu olarak görüldüğü bu düzen karşısında Halkevci Kadınlar olarak yoksulluğa karşı mücadelenin öncüsü olacağız.

8- Önümüzdeki yerel seçim sürecine de yeni dönemin hak mücadeleleri perspektifiyle yaklaşacak, şirketleşmiş neoliberal belediyeciliğin bir parçası olmayı değil bu anlayışla hesaplaşacak, halkın kendi bağımsız talepleri ve yerel öz örgütlenmeleri ile yerel seçimler sürecine ve yerel yönetimlere müdahil olmayı hedefleyeceğiz. Neoliberal belediyeciliğin sağ ya da sol-liberal tüm eğilimleriyle aramıza kırmızı çizgiler çekecek, iktidar karşısında “mevzileri kaybetmeme” ya da “mevzi kazanma” gerekçesiyle, karşı çıktığımız neoliberal, yozlaşmış, anti-demokratik yönetimlerin tanıdık yüzler altında sürdürülmesini meşrulaştırmayacak, buna sessiz kalmayacağız. Halkın bağımsız taleplerinden oluşan bir programı, doğrudan eyleme dayalı hareket biçimini ve bağımsız öz-örgütlenmelerini güçlendirme, ilerletme hedefiyle hareket edeceğiz.

9- Temel hedefimiz, bugün sermayenin yıkımı karşısında “yaşam” parolasıyla ortaklaşma eğiliminde olan halkın hak mücadelelerinin iktidar hedefiyle birliğini sağlamaktır. Bugün yıkım düzeni karşısında tek seçenek devrim, devrimci toplumsal güçlerin öncü gücü işçi sınıfı, tek gerçek çözüm sosyalizmdir. Sözümüz Türkiye halklarına taahhüdümüzdür. Mücadele bayrağı elimizde, yıkım düzenini yıkıp sosyalizmi kurma görevi işçi sınıfının ve devrimcilerin omuzlarında, omuzlarımızdadır.

Ya yıkım ya sosyalizm!

Yaşamak için örgütlenelim!