Halkevleri Olağanüstü Genel Kurul Sonuç Metni: Şimdi Halkevcilik Zamanı

Kapitalizmin bütün toplumsal ilişkileri kuşatarak evrensel bir sistem haline geldiği ve tarihsel krizini yaşadığı koşullarda, egemenler insanlığa daha iyi bir gelecek vaat edememekte, emekçi sınıflar da kendisini dünya ölçeğinde kesintisiz biçimde süren isyan ve direniş hareketleriyle ortaya koymaktadır. Ne var ki işçi sınıfının örgütsüzlüğü ve savunmasızlığı, isyan ve direniş hareketlerinin iktidar mücadelesine tercüme edilemeyerek yenilmesini ve faşist iktidarların kitle tabanını genişleterek yükselmesini beraberinde getirmektedir. Sistemin krizi karşısında ya emekçi halk kitlelerinin devrimci potansiyeline odaklanılarak direnişten devrime bir yol açılacak ya da insanlık düzen siyasetinin çıkmaz sokaklarında karanlığa mahkûm edilecektir.

Hem dünya hem de ülkemiz için uzun ve çalkantılı bir sürecin içerisinden geçiyoruz. Pandemide ölümüne işe sürülen, yoksullaştırma politikalarıyla hayat pahalılığı karşısında ezilen, depremde enkaz altında bırakılan, emperyalist sömürü ve savaşlar sonucunda güvencesizliğin dibine itilerek mültecileştirilen, kimliğinden dolayı kırıma uğrayan milyonlarca emekçinin biriken öfkesini de görüyoruz, bu öfkeyi bir seçmen davranışına sıkıştırmanın yaşattığı hayal kırıklıklarını da.

Halkevleri’ni tam da olması gerektiği yerde, emekçi halkın insanca yaşam mücadelesini özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle birleştiren, neoliberal çöküntü ve faşizm karşısında halkı siyasetsiz, örgütsüz ve savunmasız bırakmayan bir çizgide yeniden inşa edecek bir süreci kavramak için adım atıyoruz. Bu adımı da, yaşadığımız gelişmelerin içerisinde özeleştirel değerlendirmeler yaparak ve kendimize sonuçlar çıkararak atmak zorunda olduğumuzu biliyoruz;

Yakın geçmişe baktığımızda

1. Halkın geniş kesimlerinde Tayyip Erdoğan iktidarına ve bir bütün olarak neoliberal-faşist düzene karşı oluşan öfke; halkın sağlığını ve özgürlüğünü hiçe sayan pandemi yönetimi, emekçi sınıfların kamusal haklarından yoksun bir şekilde yoksullaştırılmasını derinleştiren ekonomi yönetimi ve deprem sürecinde halkın en temel ihtiyaçlarını karşılamayı tercih etmeyen bir afet yönetimi sonucunda daha da körüklendi. Tüm bunlar var olan direniş eğilimlerinin çoğalmasına, yer yer kendiliğinden hareketlenmelere yol açsa da örgütlü gücü geliştirilememiş, yan yana gelebileceği zeminler çoğaltılamamıştır.

2. Halkın biriken öfkesi, “Bekleyin, gidecekler!” telkiniyle seçim sürecinde oluşan egemen sınıflar arası saflaşmaya yedeklenmiş, halkı seçmene indirgeyen siyaset biçimine solun geniş bir kesimi de dahil olarak direniş eğilimlerinin bağımsız devrimci bir siyasete dönüştürülmesinin olanakları değerlendirilememiştir. Sol seçimlere giden süreçte halkın direniş potansiyelini gerçek bir harekete dönüştürmekten ziyade kendi içerisinde oluşturacağı seçim eksenli ilişkilere odaklanmıştır.

3. Seçim sürecindeki tutumlar siyasal içeriğinden arındırılarak bir matematik hesabına indirgenmiş, halka dışarıdan seslenen propaganda faaliyeti toplumsal hareketin yerine konmuş ve bunun etkili bir sonuç yaratacağı beklentisi oluşturulmuştur.

Ancak sonuç olarak, ülkenin yarısının baskılarla yok edilemeyen direncine ve iktidarın seçmen tabanındaki ciddi erimeye rağmen muhalefet cephesinin oylarında ilerleme olmamış, gerici-faşist yelpazenin en uç figürleri hem iktidar hem de düzen muhalefeti tarafından meşrulaştırılmış, sağın meclisteki varlığı genişlemiş ve siyasetin merkezi daha da sağa kaymış, gerçek bir toplumsal muhalefet hareketi olmadan iktidarın izlediği politikaların yıkıcı etkisine maruz kalan kesimlerin politik tercihlerinin kendiliğinden ilerici seçeneklere yönelmediği görülmüştür.

Kapitalizmin tarihsel krizinin yaşandığı ve sınıfsal çelişkilerin keskinleştiği koşullarda, işçi sınıfının bağımsız çıkarlarına yaslanan bir muhalefet izlenmemesinin bedeli, geniş toplumsal kesimlerin gerici-şoven kutuplaşmalar ekseninde faşizmin kitle tabanına dönüşmesidir. Erdoğan liderliğindeki faşist iktidar koalisyonu, proleterleşmiş Türkiye toplumunu sermayenin çıkarları doğrultusunda bu şekilde yönetebilmekte ve iktidarını bu şekilde sürdürebilmektedir. Bugün ülkemiz kamu varlıkları ve ortak zenginlikleri talan edilmiş, geleceksizleştirilmiş, toplumsal bakımdan parçalanmış, siyasal bakımdan kamplaşmış, kültürel bakımdan ırkçı, dinci ve cinsiyetçi söylem ve uygulamalarla kuşatılmış bir ülke konumuna sürüklenmiştir. Bunun sonucunda emekçi sınıfların bir kesimi bütün eleştirelliğine, iktidarın rıza üretme kapasitesinin gerilemesine rağmen oy tercihini en fazla gerici-faşist yelpaze içindeki başka bir partiye doğru kaydırmaktadır. Ancak insanca yaşam için mücadele, örgütlenme, sorgulama arayışı yaygındır ve doğru adreslerle buluşması ancak bizim göstereceğimiz örgütlenme seferberliğine bağlıdır.

Seçim süreci sonrasına baktığımızda;

Erdoğan, kendisini sandıkta onaylatmanın yarattığı rahatlamayla birlikte hızla çalışmaya başlamış, ekonomi ve dış politikada “restorasyon” odaklı bir kabine kurarak, kontrgerilla ilişkilerinde yeniden düzenlemeye giderek kendisini sermayenin, emperyalizmin çıkarları doğrultusunda şiddetlenen sınıf savaşlarının güncel gerekliliklerine göre konumlandırmaya başlamıştır.

1. Mehmet Şimşek, Hafize Gaye Erkan gibi isimlerle oluşturulan yeni ekonomi yönetimi sermayenin genel ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışmakta, bu süreçte TÜSİAD’dan MÜSİAD’a, TİM’den TÜRKONFED’e geniş bir sermaye kesiminin onayını almaya çalışmaktadır. Bunu da yükü emekçilerin sırtına yıkarak yapmaktadır.

2. Ücretlere yapılan zamlar dolara endeksli ihracatçı kesimlerin ihtiyaçları doğrultusunda kur serbest bırakılarak eritilmekte, enflasyon karşısında ezilmekte, yeni vergi yükleriyle kaşıkla verilen kepçeyle geri alınmakta ve sermayeye teşvik, prim gibi yollarla aktarılmaktadır.

3. Ülkemizin her tarafı, başta deprem bölgesi olmak üzere yeni sanayi bölgeleriyle ihracat odaklı bir üretime açılmakta, yollar, limanlar, demiryolları inşaatlarıyla nakliye ve lojistik üsleri haline gelmekte, enerji yatırımlarıyla doğal alanlar katledilerek sermayenin ihtiyaç duyduğu enerji tesis edilmeye çalışılmakta, proleterleşme süreci derinleşmektedir. Ancak bunların hiçbiri, halkın en temel ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle yapılmamakta, ülkemiz küresel iş bölümü içerisinde rekabetçiliğini ucuz emek gücü pazarlamak üzerinden güçlendirerek emperyalizmin ve sermayenin ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Dolayısıyla halkın temel ihtiyaçları, sorunları ortada durmaktadır.

Bu çerçeveden baktığımızda görebileceğimiz en somut manzara, seçim kazanma basıncı ortadan kalkmış faşist bir iktidar, sermayenin ihtiyaçlarına cevap vermeyi odağına alarak hareket etmeyi geliştirecek, emekçi halkın sorunlarının derinleşmesi bunun doğal sonucu olarak yaşanacaktır.

Erdoğan bu riski halkı kutuplaştıran, gerici-şoven kutuplaşmaları derinleştiren politikalarla savuşturmaya çalışmaktadır.

Bunun sonucunda;

1. Emekçi sınıflar etrafına kurulan gerici kuşatma genişletilecek, ÇEDES gibi protokollerle eğitimin, gerici vakıf ve derneklere sağlanan imtiyazlarla gündelik hayatın ve kültürün dinsel bir içerikle şekillendirilmesine hız verilecektir.

2. Kadın düşmanlığı, LGBTİ+ düşmanlığı körüklenecek, karşısında direniş eğilimleri zayıflatılmak için her türden saldırı gerçekleşecek, TBMM’de önergeler ve Anayasa’da yapılması hedeflenen değişiklikler sonucu dernek kapatma gibi adımlarla örgütsüzleştirilme saldırısı hayata geçirilecektir.

3. Kürtler daimi düşman olarak sürekli saldırı tahtasında yer alacak, kendi hakları için siyaset yapma aralıkları sürekli olarak daraltılmaya çalışılacaktır.

4. Göçmen düşmanlığı körüklenecek, neoliberalizmin yıkıcı sonuçlarının gerçek sorumlularının ortaya çıkmasını engelleyici bir hedef saptırma işlevi görecek ve aynı zamanda göçmen ve mültecilerin ucuz emek gücü piramidinin en altında yer alarak sermaye için karlı bir alan olarak değerlendirilmesi sürdürülecektir.

Tam da bu noktalardan bakarak gericilik karşısında laiklik, iktidarın toplumsal cinsiyet politikaları karşısında kadınların özgürlüğü ve LGBTİ+’lara eşit haklar, Kürtlere, göçmen ve mültecilere karşı körüklenen düşmanlık karşısında halkların kardeşliğini savunmak emekçi sınıfların en geniş birliğini ve çıkarını savunmak anlamına gelmektedir. Önümüzdeki süreçte bu tutumun toplumsallaşmasının yollarını aramak hayati önem taşımaktadır.

————————————————————————————————————————————–

Halkın tüm bu neoliberal ve faşist saldırganlık karşısında haklarını ve özgürlüğünü savunabilmesinin, karanlığa mahkûm olmamasının tek yolu emeğin bağımsız çıkarlarına dayalı bir siyasal hattın, emekçi sınıflar içerisinde örgütlenerek hayata geçirilmesidir. Bu zorunluluğun ne kadar yakıcı olduğu ancak solun geniş kesimleri tarafından talileştirildiği, yakın geçmişe özeleştirel bir gözle bakıldığında görülmektedir.

Halkın örgütsüz, hareketsiz ve savunmasız bırakılmış olması bizler açısından üzerinden atlanamayacak bir özeleştiri konusudur. Bu özeleştirinin karşılığı da kendimizi gözden geçirmek ve ideolojik, politik, programatik, örgütsel ve kadrosal bir yeniden inşayı derhal başlatmaktır.

Halkevleri, Halkevciler bu doğrultuda adımlarını hızlandırmaya, hatalarından ders çıkarmaya, örgütsel yapısını bu doğrultuda en etkin çalışacak biçimde organize etmeye kararlıdır. Bu kararlılığın ortaya konduğu Olağanüstü Genel Kurul bunun kurucu adımlarından biridir.

Sonuç olarak, Halkevleri’nin yarattığı tarihsel deneyimlere, eksik ve hatalarımızdan derslere ve halihazırda bir parçası olduğumuz toplumsal mücadelelere yaslanarak örgütümüzü yeniden kurmaya, en çok ihtiyaç duyulduğu dönemde halkın bağımsız siyaseti ve örgütlü gücünü büyütmek için seferber etmeye girişiyoruz.

İçinden geçtiğimiz süreçte, deprem bölgesinde yürüttüğümüz dayanışma ve yeniden inşa çalışmalarını, Yaşam Meclislerini, Doğu Karadeniz’de çay üreticileri arasında yürüttüğümüz meclisleşme çalışmalarını, laik, bilimsel, parasız eğitim, toplumsal sağlık, barınma hakkı, enerji hakkı talebiyle yürüttüğümüz çalışmaları, güvenceli çalışma hakkı için yürüttüğümüz çalışmaları ilerletmeyi, yanlarına yeni mücadele başlıkları eklemeyi ve tüm bunları neoliberalizme ve faşizme karşı halk iktidarı perspektifiyle bütünlüklü bir program çerçevesine kavuşturmayı hedefliyoruz.

Bu mücadele ve örgütlenme pratiği içerisinde halkın özneleşmesi en önemli görevlerden biri olarak değerlendiriyor ve Halkevleri’ni aynı zamanda bu mücadelelerin geliştirici zemini olarak görüyor, meclisleşme adımlarını güçlendirme noktasında konumlandırmayı hedefliyoruz.

Halkı seçmene, siyaseti temsile indirgeyen anlayışların yerine siyaseti ve mücadeleyi halkın içerisinden yürütme zorunluluğunu görüyoruz. Halkın mücadelesinin ihtiyaçlarını indirgemeci biçimde ele almıyor, oy davranışını mutlak bir davranış olarak görmüyor ve halkı kendi bağımsız çıkarları etrafında saflaştıracak bir siyasetin hayata geçirilmesi doğrultusunda hareket ediyoruz.

Tüm bu görevlerin hayata geçirilmesi için geçmiş birikimimizi önemsiyor, halkın hak mücadeleleri deneyimlerini günün güncel politik görevlerinin prizmasından geçirecek şekilde önümüzdeki sonbaharda düzenlenecek Türkiye Halkevleri Çalıştayı başta olmak üzere bunun gibi yan yana geliş zeminlerini çoğaltmayı hedefliyoruz. Kitle örgütlenmesinin ve kadro politikasının ciddiyetle ele alınması gerektiğini düşünüyor bir devrimci kitle örgütü olarak Halkevleri’nin örgütsel potansiyelini en etkin şekilde açığa çıkarmak üzere yetkili mekanizmaları verimli bir şekilde işletmeyi ve destekleyici mekanizmalar oluşturmayı hedefliyoruz. Kuracağımız danışma kurulları ile deneyim ve birikimlerini mücadelemizin desteğine sunacak dostlarımızın etkin katılımını hedefliyoruz.

Şimdi Halkevcilik zamanı diyoruz! Çünkü Halkevciliğin halkın çıkarlarından başka çıkar gözetmeden yarattığı özgün siyaset tarzının ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Bunun için halkın içinde bulunduğu durumdan çıkış noktasında örgütlülüğünün gelişmesinde Halkevleri’ne ihtiyaç olduğunu görüyor, Halkevleri’nin de halkın içinden yeniden ve yeniden inşa edilmesi gerektiğini biliyoruz. Yani “Halkın Halkevleri’ne, Halkevleri’nin de halka ihtiyacı var!” diyoruz.

Yaşasın Halkın Hakları Mücadelemiz
Yaşasın Halkevleri