Seçimlerin ardından toplumsal muhalefet örgütleri bir muhasebe dönemine girdi. 9 Temmuz’da Olağanüstü Genel Kurul’a gidecek olan Halkevleri de seçim sonrası yaptıkları değerlendirmede sosyalistlerin özeleştiri zorunluluğunun üstünden atlayamayacağını kaydetmiş, “hatalarımızdan ve eksiklerimizden dersler çıkarıp ‘nasıl yapabiliriz’ sorusunun yanıtını, sınıf eksenli bir bakışta ve kitle mücadelelerinin içinde arayarak ilerleyeceğiz” demişti.
Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk’le geride bıraktığımız sürece dair değerlendirmelerini, özeleştiri ihtiyacının neye denk düştüğünü ve Olağanüstü Genel Kurul sürecini konuştuk. “Neoliberal çöküntü ve faşizm karşısında halkın örgütsüz, hareketsiz ve savunmasız bırakılmış olması bizler açısından üzerinden atlanamayacak bir özeleştiri konusudur” diyen Merttürk, sosyalist hareketin ideolojik, politik ve örgütsel içerikte bir sorunla karşı karşıya olduğunun altını çiziyor. Halkevleri’nin de bu sorundan azade olmadığını belirten Merttürk, “örgütümüzün kendini günün ihtiyaçları, yaptıkları ve yapamadıkları doğrultusunda gözden geçirmesi ve yeniden düzenlemesi gerekiyor” diyor.
Seçimlerin ardından bütün örgütlü muhalefet güçleri bir muhasebe yapıyor. Sizin Halkevleri olarak halk muhalefetinin penceresinden değerlendirmeniz nedir?
Bu muhasebe, seçimlerde Tayyip Erdoğan karşısında yaşanan yenilgi sınırında yapılırsa yanlış olur. Toplam bir süreci değerlendirmemiz gerekir. Erdoğan’dan kurtulma yönünde büyük bir istek ortaya koyan, farklı mücadele alanlarında düzen karşıtı direniş eğilimleri gösteren halk kesimleri bu süreçte seçmene indirgenerek düzen içi seçeneklere eklemlenmiş, pasifize edilmiş, savunmasız bırakılmıştır. Oysa sosyalistlerin direniş eğilimlerini örgütlemesi, yükseltmesi, halka önderlik yapması beklenir. Bu yapılmamış ya da yapılamamıştır. Sosyalistler açısından esas yenilgi buradadır. Halk muhalefetinin düzen içi seçeneklere eklemlenmesi ve seçim odaklı yaklaşım, sonuç olarak Erdoğan iktidarının kendisine sandıkta yeniden meşruiyet sağladığı, sağın ve ırkçılığın muhalefet içinde meşruiyet kazandığı, bütün toplumsal muhalefetin de Millet İttifakı’nın, yani bir düzen içi alternatifin yenilgisinin altında bırakıldığı bir durum yaratmıştır.
Neoliberal çöküntü ve faşizm karşısında halkın örgütsüz, hareketsiz ve savunmasız bırakılmış olması bizler açısından üzerinden atlanamayacak bir özeleştiri konusudur. Bu özeleştirinin karşılığı da kendimizi gözden geçirmek ve ideolojik, politik, programatik, örgütsel ve kadrosal bir yeniden inşayı derhal başlatmaktır. Hem ideolojik politik bir hesaplaşmaya hem de kendimize daha ileri pratik görevler çıkarmaya ihtiyacımız var. 2020 yılından bu yana özeleştirel yeniden inşa ihtiyacını ve hedefini önüne koyan, son süreçte seçim odaklı siyasete karşı eleştirel bir tutum takınan ve solun gerçek bir toplumsal harekete yaslanması gerektiğini söyleyen Halkevleri elbette bunun gereğini de pratik olarak yerine getirmek zorundadır.
Peki Halkevleri olarak neyi hedeflediniz, ne yaptınız, nerede eksik kaldığınızı düşünüyorsunuz?
12 Haziran 2022’deki son genel kurulumuzda, sistemin krizi karşısında sosyalist bir atak ve günün siyasi çatışmasına halkın bağımsız çıkarları doğrultusunda müdahale iddiasında bulunmuştuk. İçinden geçilen dönemi, halkın savunmada kaldığı değil kendi kurtuluş mücadelesini bütün ezilenlerin ve doğanın kurtuluşu ile bütünleştirdiği bir sosyalist atak dönemi olarak tanımlamış ve bu atağı örgütlemeye aday olmuştuk. Halkın kavgası neredeyse oraya girecek, halkı siyasal özne olarak örgütleyecek, onun hak mücadelesini, doğrudan eylemini, öz savunmasını, öz örgütlerini örgütleyeceğiz, demiştik.
İçinden geçtiğimiz bir yıl içerisinde önümüze koyduğumuz sosyalist atak fikrini somutlayabilmek için neoliberal çöküntünün çeşitli krizler biçiminde karşımıza çıktığı yerde çözüm olarak kamulaştırmayı ve halk iktidarını öne çıkaran fikri ve pratik bir mücadele vermeye çalıştık. Halkın gündelik sorunlarından rejimle olan çelişkilerine kadar geniş bir dizi alanda düzene ve iktidara karşı halkın direniş eğilimlerini olabildiğince örgütlü hale getirmeye, halkı özneleştiren bir mücadele pratiği ortaya koymaya çalıştık. Karadeniz’de çay üreticilerinin örgütlenmesinden işçi direnişleri ve örgütlenme çabalarıyla daha organik ilişkiler geliştirmeye, eğitim hakkı mücadelesini özel sektör öğretmenlerinin mücadelesine doğru genişletmekten barınma hakkı mücadelesini güncel bir biçim olarak kira sorunu etrafında örgütlemeye kadar bir dizi adımlar attık. Yoksulluğa ve hayat pahalılığına karşı halk buluşmaları gerçekleştirdik. Neoliberal yıkımın sonuçlarına karşı; güncel politikaların, kamulaştırma fikrinin, kamusal alanın yeniden inşasının tartışıldığı sempozyumlar, toplantılar örgütledik. Bir yandan halkın neoliberalizme karşı direnişlerini örgütlerken bir diğer yandan faşizmin gerek kitle hareketlerine yönelik saldırılarına gerekse sola, ilerici güçlere karşı geliştirdiği baskı ve saldırılara karşı her tür direnişin içinde olduk ve dayanışma ilişkilerimizi geliştirdik. Ama ne yazık ki geniş kitleleri seferber eden bütünlüklü bir programın hayata geçirilmesine hâlâ ciddi yetersizliklerimiz var.
“Direnişte birleşelim!” çağrımız ile neoliberalizme ve faşizme karşı direniş eğilimlerini yan yana getirerek, direnişlerin birliği üzerinden halka devrimci bir politik adres yaratmayı hedeflemiştik. Ancak direniş eğilimindeki kitleleri birlikte hareket etmeye sevk edecek bir pratik ortaya koyamadık. Direniş iradesi zayıf kaldıkça, seçim gündemi bastırdıkça, sol güçlerle oluşturmaya çalıştığımız mücadele ittifakları da hızla seçim odaklı bir çizgiye yerleşti. Bu durumu eleştirdik ve mesafemizi koyduk. Bu süreçteki ittifakların mücadele ittifakı olması yönündeki önerilerimiz gibi eleştirilerimizi de yeterince anlatamadık. Gelinen noktada sandık odaklı olsun veya olmasın kimse halkın bağımsız talepleri ekseninde, mücadele ortaklığı temelinde bir alternatif mücadele çizgisi ortaya koyamadı.
6 Şubat depremlerinden sonra başlattığımız dayanışma ve yeniden inşa çalışmalarını deprem bölgesinde büyük bir çabayla sürdürmeye devam ediyoruz. Hatay’da Yaşam Merkezlerinde halkın barınma, gıda ve hijyen gibi temel ihtiyaçlarını karşılamaktan toplumsal sağlık, eğitim, spor ve sanat çalışmalarına kadar kolektif bir hayatı örgütlemeye çalışırken, Yaşam Meclisleriyle de halkın kendi söz, yetki ve karar sahibi olduğu organları geliştiriyoruz. Ancak bu çalışmaların aynı zamanda politik bir çağrının somutlaşmış biçimleri olduğunu da seçim sürecinin tozu dumanı arasında görünür kılamadık.
Neoliberal çöküntüye ve faşist saldırganlığa karşı kitle örgütlenmelerini büyütmeye, halkın hak ve özsavunma mücadelelerini çoğaltmaya ihtiyacımız var. Var olan örnekleri ilerletmek, yeni örnekler çıkarmak ve bunları bütünsel bir politik program etrafında birleştirmeye ihtiyacımız var. Seçim sonrası muhalefetin yenilgi psikolojisine girdiği, iktidarın da saldırıları tırmandırmak için cesaret kazandığı bir süreçte halkın bağımsız siyasetini ve örgütlü gücünü büyütmeye her zamandakinden daha çok ihtiyacımız var. Öyleyse böylesi bir göreve hazır hale gelmek için kendimizi gözden geçirmeye, sorun ve eksiklerimizi gidermeye, kendimizi yeniden kurmaya ihtiyacımız var. Açıkçası bahsettiğimiz sorunların örgütsel karşılıkları da var. Seçimlerin hemen ardından yaptığımız Genel Yönetim Kurulu toplantımızda bu doğrultuda, örgütümüzün de genel eğilimiyle olağanüstü genel kurul kararı aldık.
Olağanüstü genel kurul deyince örgütün önüne yönetimde birtakım değişikliklere gidilmesinin konacağı anlaşılıyor. Yönetim değişikliği ile bahsettiğiniz sorunlar çözülebilir mi?
Elbette karşı karşıya olduğumuz sorun basitçe bir yönetim sorununa indirgenemez. Bu sorun ideolojik, politik ve örgütsel içerikte bir sorun. Üstelik sadece bizi etkileyen bir durum da değil.
Sosyalist hareket içindeki strateji ve örgütsel model üzerine tartışmalar, mücadelenin sürükleyici halkasına dair tartışmalar ve bu konulardaki görüş ayrılıkları seçim sürecinde bu tartışmaları kısa süreliğine örtse de hemen her yapı içindeki ertelenmiş tartışmalar da seçim sonrasında baş göstermeye başladı.
Sınıf ve kitle mücadelelerini önemsizleştirerek, örgütsel birikimimizi temsil alanına yönelik taktiklerin aracı haline getiren politik akıl ve yönetim anlayışı Halkevlerini var eden mücadele çizgisiyle, kadro ve kitle gerçekliğimiz ile çelişiyor. Örgütlü mücadelenin tarihsel gerçekliklerinden biri şudur, örgütün bir bütün olarak seferber olmasını engelleyen bir durum ortaya çıktığında yenilenme kaçınılmaz olur ve örgütlü mekanizmalar devreye girer.
Ne yazık ki ortaya koyduğumuz mücadele programını kendi örgütümüz içerisinde bütünlüklü bir program olarak işletmek, örgüt bütünlüğünü sağlamak, örgütü bu doğrultuda ilerletmek konusunda sıkıntılar yaşadık. Bizden beklenenleri yerine getiremedik. Solun birliğine dair bakış açımızı çok net biçimde mücadele ortaklığı ekseninde tarif ettik. Seçim sürecinde düzen siyasetinin peşine takılmamak ve halkın bağımsız siyasetini örgütlemek gerektiğini savunduk. Ancak belirlediğimiz politikayı somut bir seçenek haline getirme noktasında başarılı olduğumuz söylenemez. Bunun nesnel gerekçeleri olduğu gibi öznel gerekçeleri de vardı bizim açımızdan. Birincisi sınıf mücadelelerini, kitle örgütlenmelerini, halkın bağımsız siyasetini ve örgütlü gücünü esas alıp almayacağımız noktasında bir netleşmeye varmamız lazım. Ancak bu netlik sağlanır ve ortak bir hedef belirlenerek bütün örgüt buna seferber olursa yol alınabilir. Ancak bu da yetmez, bundan da önemlisi, bu netliğe sahip olduğunu söyleyenlerin de dediklerini yapabilir hale gelmesidir. Gerçek bir örgüt, önüne koyduğu mücadele görevlerini yerine getirebilen kadrolar, ekipler ve bunların kolektif seferberliği üzerine kurulur. Bu da ne olursa olsun örgütümüzün kendini günün ihtiyaçları, yaptıkları ve yapamadıkları doğrultusunda gözden geçirmesini ve yeniden düzenlemesini zorunlu kılıyor.
Kritik süreçlerdeki tutum ve öngörülerimizde doğruları ifade etmiş olmamız yetmiyor elbette ki. Bunu hayata geçirecek bir yapılanma, kendimizi, organlarımızı buna göre oluşturma, kısacası halkın hak mücadelelerini örgütleyecek bir görev dağılımına sahip, araçlarını buna göre kullanan, kitleler içinde derinlemesine, sabır ve kararlılık gerektiren örgütlenme çalışmaları yapmaya, toplumun kılcal damarlarına kadar girmeye, faşizme karşı özsavunma örgütlerini kurmaya ve bütün bu sorumlulukların altına hep birlikte girmeye ihtiyacımız var. Halkın Halkevlerine, Halkevlerinin de yoksul ve emekçi halkla yeniden bütünleşmeye ihtiyacı var. Özeleştirel tutum ancak bunun gereklerini yerine getirerek mümkün.
Sorunların çözümünün halkın direniş eğilimlerini örgütlemeyi önüne koyan kitle çalışmalarında olduğunu biliyoruz. Bunu şimdi mütevazı ölçeklerde de olsa, deprem bölgesinde ve ona bağlı olarak Türkiye’nin diğer illerinde yaşamı yeniden kurmak için aylardır yürüttüğümüz çalışmalarda; devrimci öğretmenlerin özel okullardan mahallelere, devlet okullarından deprem bölgesine uzanan çalışmalarında; sağlık emekçisi arkadaşlarımızla deprem bölgesinde “toplumsal sağlık” anlayışıyla yürüttüğümüz çalışmalarda; devrimci enerji işçilerinin “direniş ve dayanışma yaşatır” diyerek Bursa’dan Ankara’ya, Konya’dan İstanbul’a sürdürdükleri direnişlerde; çay üreticilerinin Doğu Karadeniz’de yürüttüğü çalışmalarda; seçimden önce “ölülerimizin üstüne sandık kurdurmayacağız” diyerek Erdoğan’ın yoluna çıkan Kocaelili Halkevcilerin, seçim akşamı bütün muhalefet yas tutarken Sarıgazi’de, Okmeydanı’nda, Hopa’da, Kemalpaşa’da sokaklara çıkarak faşizme karşı barikat olanların direnişinde hayata geçirmeye çalışıyoruz.
Mesele yönetime yazılacak isimler değildir. Bizler örgütümüz ile anlamlıyız. Bu örgüt yüzlerce, binlerce isimsiz Halkevcinin emekleri ve halkın özgücü üzerine kuruludur; kişilerin ve grupların üstünde bir örgüttür.
Şimdiye kadar kolektif bir şekilde ortaya koyduğumuz mücadele deneyimlerini ilerletecek ve bütünlüklü bir programa kavuşturacak bir Halkevleri’ne ihtiyaç var. Olağanüstü Genel Kurul kolektif birikimimizi ilerletme yolunda bizim de özeleştirimiz ve yeniden inşa için kolları sıvadığımız bir başlangıç noktası olacaktır.
Kaynak: sendika.org