Söyledik, yine söylüyoruz: Kentsel dönüşüme değil rantsal dönüşüme karşıyız

Halkevleri Genel Sekreteri Kutay Meriç yazdı

Kentsel yenilemelerin yapılamama nedeni AKP’nin ve kentleri peşkeş çektiği açgözlü yandaş müteahhitlerin halkı mağdur eden, kentçilikle çelişen uygulamalarıdır. Bugün başta İstanbul olmak üzere, kentleri depreme hazırlamanın temel yolu AKP’de simgeleşen neoliberal paradigmanın terk edilmesidir. Yani konut üretiminin sermaye birikim aracı haline getirilmesi, konutun/barınma hakkının sadece mülk edinilerek sağlanabilecek bir şey olduğu anlayışı ve yoksullara satılması hedeflenen niteliksiz ucuz konutlara “sosyal konut” denilmesi garabeti ve yalanı da terk edilmelidir

Söyledik, yine söylüyoruz: Kentsel dönüşüme değil rantsal dönüşüme karşıyız

Ülkemizi 21 yıldır yöneten, inşaat ekonomisini iktidarını sürdürmesinin koçbaşı yapan AKP, 6 Şubat depremi sonrasında yaşanan büyük yıkımın sorumluluğunu üslenmiyor. AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, aralarında örgütümüzün de olduğu çeşitli ilerici sol kurumları kentsel dönüşümleri engellemekle itham ediyor.

Peki, gerçek nedir? Halkevleri ve birçok ilerici kurum neden kentsel dönüşüm projelerine karşı çıktı, muhalefet etti, davalar açtı ve halk neden bu projelere karşı direndi? Kentsel dönüşümleri mi engelledik? Yoksa halkın haklarını savunup sermayenin aç gözlü yağma politikalarını mı engelledik?

AKP’nin kentsel/rantsal dönüşümü

İlk önce şunu söylemek gerekir ki kentsel dönüşümlerde AKP iktidarını güdüleyen şey, halkın sağlıklı güvenli evlerde yaşaması değil sermayeye kaynak aktarma politikasıdır. Ülkemizi afetlerden koruma amacı yoktur. AKP’nin neoliberal konut politikası mülk edindirmeye dayalı, mülk edinecek geliri olmayanların evsizleştirildiği, “sosyal konut” adı altında niteliksiz konutlar inşa edilerek yoksullara satılmaya çalışıldığı, sanayileşmeye paralel oluşan gecekondu bölgelerinin sermaye tarafından talan edilmesiyle gelişen bir süreçtir.

Aslında ülkemizdeki yüz yıllık konut politikası, konutu insanca bir yaşam ortamı olarak ele almadı. Barınma hakkını, halkın çalışma, ulaşım, eğitim, sağlık, çevre, eğlenme, dinlenme, engelli hakları, çocuk hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten haklarıyla birlikte ele alan bir politika izlenmedi. Basitçe bir barınak sorunu olarak görüldü. Konut sorunu tamamen piyasanın, pazarın arz talep ilişkileri içinde ele alındı. AKP dönemine damgasını vuran farksa neoliberal yağma ve talandı.

1940’lardan sonra altmış yıl boyunca sanayileşme, kırdan kente göç, kent nüfusunun büyümesi ile birlikte kente gelen yeni işçiler, kent yoksulları için konut sorunu halkın kendi bulduğu gecekondu yöntemiyle çözüldü. Burjuvazi, kamu arazilerine yapılan gecekonduları, emeğin yeniden üretimi sürecinde barınma maliyetini düşürme işleviyle hoş gördü! Fakat devlet her zaman hoşgörülü davranmadı, gecekonduları yıkma girişimleri oldu ve bunlar halkın sert direnişleri ile karşılandı.

AKP büyük neoliberal saldırı ile kamunun tasfiyesine yönelirken, kendisine yandaş sermaye yaratma yolu olarak inşaata dayalı bir birikim rejimi kurmak istedi. 200 farklı sektörü harekete geçiren inşaat sektörü AKP’nin sahte zenginlik, büyüme masallarının aracı oldu. Her şeyin “iyi gittiği” zamanlarda konut edindirme politikaları ile sahte refah duyguları yaratabildi.

AKP ilk iş olarak 2005 yılında, büyükşehir belediye yasasının içine birkaç cümlelik kentsel dönüşüm maddesi koyarak eski gecekondu alanlarını tasfiyeye yöneldi.

Kentsel dönüşüm projeleri, halka sorulmadan halka rağmen yapılan ve dayatılan projelerdi. Oysa onyıllarca o evlerde ve mahallelerde yaşayan halk, birinci derecede söz ve karar sahibi olmalıydı. Bu çarpık kentsel dönüşüm anlayışına ve projelerine itiraz eden, uyaran meslek odaları hiçe sayıldı ve düşman ilan edildi.

Bu dayatmalarla kentsel dönüşüme tabi tutulan bölgelerde hak sahiplerinin aleyhine olan sözleşmeler zorla imzalatılmaya çalışıldı. İmzalamayanların başka bölgelere sürülmesine kadar varan insanlık dışı uygulamalara gidildi.

Bu sözleşmeler TOKİ’yi ve müteahhitleri koruyan, güvence altına alan sözleşmelerdi. Bir örnek vermek gerekirse, mücbir bir sebep olmadan dahi söz verilen zamanda proje bitirilemezse müteahhitlere hiçbir yaptırım uygulanmayacağı, sözleşmelerde garanti altına alındı. Uygulamalarda da çok az proje zamanında bitirilebildi.

Kentsel dönüşüm projelerinde sözleşme imzalayıp evlerini boşaltanlara verilen kira yardım bedelleri çok düşüktü. 2023 yılı için bile illere göre değişerek 1500-2600 TL arasındadır. Zamanında bitirilmeyen projeler de hesaba katıldığında, insanlar yıllarca kirada, yoksulluk içinde yaşamaktadır. Kentsel dönüşümlerin ilk uygulamalarında ise kira yardımı bile olmamıştır. Kira yardım hakkı, halkın direnişleri sonrası AKP tarafından uygulamaya konulmuştur.

Yoksul yurttaşlarımız kentsel dönüşüm projelerinde borçlandırıldı. Mevcut evlerine karşılık yaşanabilir bir ev verilmedi. Kendi inşa ettikleri, yıllarca yaşadıkları evlerine yeniden sahip olmak için uzun yıllar borç ödemek zorunda kaldılar. AKP rantçılığı piyasa koşullarına bile uymadı. Kentsel dönüşüm alanlarına dahil edilen arsa ve evler, piyasa rayicinin bile altında değerlendirilerek yandaş sermayeye peşkeş çekildi. Bu bir tür çitlemeydi ve kent rantı zor yoluyla sermayeye aktarıldı.

Gecekondu alanlarının dönüştürülmesiyle ilgili 1984 imar affından sonra gecekondu yapan yurttaşlarımız hak sahibi olarak sayılmadı. Bu durumdaki yüz binlerce yurttaşımız, borçlandırılarak adına “sosyal konut” denilen, niteliksiz, 50 metrekarelik evleri satın almaya zorlandı. Ödeyemeyecek durumda olanlar ise evsizleştirildi. Bu yurttaşlarımız onlarca yıl boyunca yaşadıkları mahallelerden kent çeperlerine atıldı.

Gecekondu alanlarının dönüştürülmesi/yağmalanması süreci, direnip hakkını arayan ve koruyanlar dışında, yüz binlerce hak sahibi yurttaşın mağdur edilmesiyle büyük ölçüde tamamlandı. Gecekondu sahibi yoksul halk yer yer devrimcilerin önderliğinde direnişe geçti. Kimi kent ve mahallelerde gerçekleşen etkili barınma hakkı mücadeleleri bütün gecekonduculara ilham oldu. Bu mücadelelerin elde ettiği başarı ve kimi kazanımlar diğer kentsel dönüşüm alanlarında da uygulanmak zorunda kaldı. AKP’nin asıl kızdığı şey budur. Bu mücadeleler sermayenin rant iştahını ve kârlılıklarını sınırlamıştır.

Kentsel dönüşümlerde ikinci safha

AKP iktidarı, 2007 yılında çıkarılan deprem yönetmeliği çerçevesinde bu yönetmeliğe uygun olmayan binaların tasfiyesini gündeme getirdi. 2012 yılında çıkarılan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’la bina bazlı kentsel dönüşümlerin de önü açıldı. Yasaya göre, isteyen yurttaşlar binasını riskli yapı olarak tespit ettirip müteahhitle anlaşarak yenileyebilecekti. Ancak pratikte bu binalarda oturan emekli, düşük gelirli ve yoksul yurttaşlarımız binalarını yenileyememektedir. Elinde bir birikimi olmayan veya kredi çekip ödeyecek gelirden yoksun olanlar binalarını yenileyememektedir. Ya da haklarına düşen konutun bir bölümünü müteahhitlere vermek zorunda kalarak mülksüzleşmekte, daha düşük alanlı konutlarda yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Bu yasanın getirdiği kimi vergi, harç muafiyetleri ve bazı durumlar da, gelir düzeyi yüksek ya da fazladan imar hakları oluşan bina sahiplerinin işine yaradı ve görece bir yenilenme sağlandı. Geçen 10 yıllık zaman diliminde, ekonomik krizin ve derin yoksullaşmanın da etkisi ile başta İstanbul olmak üzere kentlerin depreme hazırlanması başarılamadı.

Yukarıdaki nedenlerden dolayı AKP iktidarının ve belediyelerin kentsel dönüşüm projelerine karşı, gerek hakları yendiği için yurttaşlarımız tarafından, gerek bu projelerin kamu yararı, planlama esasları ve şehircilik ilkelerine aykırı niteliklerinden dolayı mühendis odaları tarafından sayısız dava açılmıştır. Birçok kentsel dönüşüm alanında halkın çetin direnişleri gündeme gelmiştir. Kentsel yenilemelerin yapılamama nedeni AKP’nin ve kentleri peşkeş çektiği açgözlü yandaş müteahhitlerin halkı mağdur eden, kentçilikle çelişen uygulamalarıdır.

Çözüm ne?

Bugün başta İstanbul olmak üzere, kentleri depreme hazırlamanın temel yolu AKP’de simgeleşen neoliberal paradigmanın terk edilmesidir. Yani konut üretiminin sermaye birikim aracı haline getirilmesi, konutun/barınma hakkının sadece mülk edinilerek sağlanabilecek bir şey olduğu anlayışı ve yoksullara satılması hedeflenen niteliksiz ucuz konutlara “sosyal konut” denilmesi garabeti ve yalanı da terk edilmelidir.

Ekonomik krizin de etkisiyle zaten son beş yıldır konut üretimi düşmekte, ihtiyacı karşılayamamaktaydı. Yaşadığımız bu büyük depremle 1 milyon yeni konut ihtiyacı daha oluştu. Bugün yoksul yurttaşların konut/barınma sorununun çözümü için yapılması gereken devletin, belediyelerin halkın ücretsiz ya da düşük kiralarla oturabilecekleri sosyal konutlar inşa etmesidir.

6 Şubat depremi ülkemizde ekonomik, siyasi, sosyal, demografik bütün dengeleri değiştirecek nitelikte bir afettir. Bu depremde milyonlarca insan sadece yakınlarını yitirmedi, konutlarını, yıllardır yaşadıkları mahalleleri, geçimlik işlerini de yitirdi. Depremin etkilediği on ilden diğer kentlere göçen yurttaşlarımızın önemli bir bölümü geldikleri kentlere geri dönemeyecek. Depremin yaşandığı kentlerin tekrar yaşama döndürülmesi uzun yıllar alacak.

Bugün, neoliberal gerici faşist iktidarın, sahtekârlıkla, vaatlerle milyonları ikna etmesinin imkanları bulunmamaktadır. Bu büyük yıkımdan ancak kamucu politikalarla çıkılabilir. Bugün devrimci bir yeniden inşa programı ve mücadelesi her zamankinden daha fazla gündemimiz olmalıdır. Deprem bölgelerinde ve depremzedelerin geldiği kentlerde ilerici devrimci güçler tarafından canla başla sürdürülen halk dayanışması bunun maddi temelidir.


*Kutay Meriç: Halkevleri Genel Sekreteri