Acil dayanışmadan halkın örgütlü gücüne: Bu suçu seve seve kabulleniyoruz

Devlet, nihayet deprem bölgesine girdi! En güçlü aygıtlarıyla, en iyi bildiği işe koyuldu.

Hayat kurtarma, hayatta tutma, yardımlaşma, dayanışma faaliyetlerinde yoktu. Kamusal-toplumsal gereksinimlerin giderilmesinde; barınma, beslenme, sağaltım çalışmalarında yoktu.

Şimdi en zor zamanlarda dişiyle, tırnağıyla, var gücüyle yıkımın merkezine koşan dayanışma çalışmalarına, AFAD’ı kayyum atıyor. Dayanışma ruhunu çalmak, gasp etmek, yağmalamak istiyor. Polis, jandarma, özel harekât ve paramiliter çetelerle dayanışmacılara saldırıyor, gözaltına alıyor. İlk anlardan itibaren acil yardımlaşma ve dayanışmayı hızlandıran gönüllü haberciliğini engelliyor, gazetecilere saldırıyor, sosyal medyayı kısıtlıyor. Karapropagandacı troller, dayanışmanın simge isimlerini yıpratmakla görevlendiriliyor. 2.500 Diyanetçi, tarikat-cemaat kadroları sahaya sürülmüş, her enkaz başında sadece çığırtkanlık yapıyor. Her toplumsal olayda alışık olduğumuz üzere eğitimi bir kenara atıyor, üniversiteleri kapatıp bilimin ve gençliğin yaratıcı müdahalesinden kurtulmayı planlıyor. YÖK ise “manevi rehberlik ve psikolojik danışmanlık” amacıyla ilahiyat ve İslam ilimleri fakültelerini göreve çağırıyor. Paramiliter çeteler bölgede yeniden koordine ediliyor. Dinci gericilik, yeniden eğitilip, donatılıp, yapılandırılıyor. “Kader”, “asrın felaketi” diyerek bizzat yol açtığı yıkımların sorumluluğundan sıyrılmaya çalışıyor, her konuda güvenilmez olduğu gibi, enkaz altında yitirdiklerimiz konusunda da gerçeği gizliyor.

İşte AKP’nin “deprem yönetimi!”. İktidar ve gerici çeteleri, deprem yıkımından doğan toplumsal çelişkileri, krizleri, gerilimleri, olası isyan ve direnişleri bastırmak için faşizmi özel görevlerle yeniden şekillendirmeye çalışıyor.

Böylece yeni bir iktidar-sermaye hamlesinin de zeminleri hazırlanmış oluyor. Yıkımı fırsata dönüştürmek, vurguncu talancı sermaye kesimlerine yeni bir alan açmak politik öncelikleri haline geliyor.

İktidar ve açgözlü sermaye temsilcileri büyük bir politik, ekonomik vurguna hazırlanıyor. Depremin üzerinden 10 gün geçtikten sonra gösterişli bağış kampanyalarıyla halkın parası enkazın sorumlularına, hırsızlara, katillere teslim ediliyor. Erdoğan’ın çekirdek sermaye grubundan Cengiz Holding, bağış yaptığı aynı gece büyük bir devlet teşvikini özel kasasına indirdi bile. Merkez Bankası 30 milyar, Ziraat 20 milyar, Vakıfbank 12 milyar, Halkbank 7 milyar sözümona depremzedelere bağışladı. Faillerin sözümona bağışlarla kendini aklama yarışında en büyük pay da devlet kurumlarından geliyor. Bir cepten diğer cebe aktarılan kamu parasıyla milyonlara bir şov izlettiler. Aslında herkes biliyor ki bu paralar, canlı televizyon şovları eşliğinde sermayenin zinde güçlerinin emrine sunuluyor. Kamunun kaynakları doğrudan iktidarın kasasına aktarılıyor.

Üstelik eser miktarda bile bir utanç duymayan iktidardakiler, büyük toplumsal yıkımın sorumluluğunu almadığı gibi toplumsal güçlerin elini kolunu bağlamaya çalışıyor. Geniş bir toplumsal seferberliğin, büyük bir halk hareketliliğinin ortaya çıktığı, tam kitlesel dayanışmanın zirveye çıktığı bir anda “seçim tartışmasını” devreye soktular. “Seçim tartışması”, parçalayıcı bir kutuplaştırma taktiğinin devamıdır. İyice köşeye sıkışan iktidarın deprem fırsatçılığı artık iktidarını seçimsiz de sürdürme cüretine vardı. İster “ertelemeyi” savunun ister “zamanında” seçimi, depremin toplumsal seferberliğinin yaşamsal önceliklerini görmezden gelemezsiniz. Bugün karşınızda seçmenleştirilmiş, pasifize edilmiş “sandık kitleleri” yok.

Referans noktamız defalarca delik deşik edilmiş anayasal-yasal mevzuat değil, hareket halindeki özneleşmiş halk kitleleridir. En acil görevimiz, elimizdeki tek gerçek çözümün -halk hareketinin- önünü açmak, onu büyütmek, onunla bütünleşmektir. Son nefesimize dek umudumuzu hiç yitirmedik; canlarımız enkaz atında; ölü bedenlerimize ulaşamadık. Kurtulanlarımız hayata tutunmaya çalışıyor. Yerimizi yuvamızı terk etmek zorunda kalanlarımız, kendi yurdumuzda göçmenlere dönüştük, yeni yaşamın en ağır, en yabancı şartlarına karşı mücadele ediyoruz. Böylesine kolektif yas ve dayanışma günlerinde sizin önceliğiniz seçimleri ertelemek mi? Madem “hassasiyetiniz depremzedeler”, neden aklınıza öncelikle tüm kamusal kaynakların, seçim bütçesinin, parti ödeneklerinin deprem seferberliğine aktarılması gelmiyor?

Cumhurbaşkanından bakanlara, Erdoğan’dan Bahçeli’ye, AFAD’dan belediye yöneticilerine, devletin içini boşalttığınız “kamu gücünün” bütün sorumluları, yol açtığınız toplumsal yıkımdan utanın, istifa edin, geri çekilin! Zaten halkın yüksek yargı gücünden kaçamayacaksınız, en azından daha fazla zarar vermeyin.

Bir de üstüne dayanışma hareketinden suçlu çıkarmaya yelteniyorsunuz. Devlet Bahçeli, tam da rolü ve görevi gereği hemen yeni bir suç icat etti. “Devleti acizmiş gibi göstermek” suçuyla dayanışma çalışmalarını hedefledi. Aslında demek istiyor ki “devletinki acizlikten kaynaklanmıyor, tercihten kaynaklanıyor; bu bir sınıf savaşıdır ve devletimiz sermayenin emrindedir. Toplumsal taleplerle ayağa kalkmış bir halk suçludur, bizim düşmanımızdır.” Bu suçu seve seve kabulleniyoruz!

Önce birbirimizi yaşatacağız, sonra bizi enkaz altında bırakan iktidarınızı yıkacağız! Hayat kurtarmak için omuz omuza enkaza koşturanlar, yaşatmak için de omuz omuza faşizme karşı mücadeleden geri durmayacağız. Tek güvencemiz, dayanışma çalışmalarını güçlü, kararlı halk hareketlerine dönüştürmek; “basit” yardımlaşma faaliyetlerini, ilk acil temasları organik, bütünlüklü, derinlikli ve yaygın kitle hareketleri halinde örgütlenmektir. Tek güvencemiz proleter halkın örgütlü gücüdür. İnşaatçılar, demirciler, marangozlar, madenciler, mühendisler, bilimciler, eğitimciler, sağlıkçılar, itfaiyeciler, temizlik işçileri, aşçılar ve daha nice emekçi; bu memleketin üretenleriyiz biz. Elbette üretenlerin yönettiği bir ülkeyi inşa etmek de boynumuzun borcudur. Deprem seferberliği böyle bir yeteneğe ve kapasiteye sahip olduğumuzun en açık kanıtıdır.