Deprem sonrası Suriyelilerin ve göçmenlerin hedef gösterilmesi, ırkçılığı kışkırtarak tepkileri yıkımın gerçek sorumlusu olan iktidardan uzaklaştırmaya ve toplumsal dayanışmayı zayıflatmaya yarıyor. Acil sorunumuz hala barınma, enerji, su, gıda ve sağlık ihtiyaçları sağlanamayan milyonlarca insanımızın “can varlığı”dır, hedefimiz hayat kurtarmak ve hayatta tutmaktır.
Aradan neredeyse bir hafta geçti. Kaybettiğimiz her dakika telafisi imkânsız kayıplar doğruyor. Malatya’dan Hatay’a en geniş deprem bölgesinde temel ve en acil sorun insan yaşamıdır. Temel görev mümkün olan en yüksek sayıda insanı kurtarmak ve hayatta tutmaktır. Temel görev toprak altında kimseyi bırakmamaktır. Ve temel görev halkımızın daha ilk saatlerden itibaren harekete geçen acil müdahale ve yardımlaşma seferberliğini daha da büyütmek, örgütlü, yöntemli, sistemli hale getirmektir. Büyük felaketlerin, büyük kamusal-toplumsal çözümler, büyük kamusal toplumsal seferberlikler ve büyük politik toplumsal örgütlenmeler gerektirdiğini hiç unutmuyoruz.
Umut verici bir toplumsal seferberliğin yükseldiği bu yaşamsal günlerde, ırkçı bir kara-propagandanın devreye sokulması bizi hiç şaşırtmadı. Irkçı gerici AKP-MHP iktidarının bizzat sorumlusu olduğu kamusal-toplumsal yıkımın üstü örtmek, hedef şaşırtmak, birilerini düşmanlaştırmak için girişimlerde bulunması, artık herkesçe bilinen, “sıradan” yöntemlerden. Devlet, siyaset, sermaye ve medya temsilcileri de fırsattan istifade göçmen/mülteci düşmanlığından, ırkçılıktan çıkar elde etmeye çalışıyor. Yeni bir ırkçı dalgayı körüklüyor. Göçmen düşmanı ırkçı propagandadan beslendiği için, göz göre göre yalan söyleyip suçsuz insanları hedef gösteren, toplumunun dikkat ve enerjisini yardım faaliyetlerinden uzaklaştıran Ümit Özdağ gibi figürler de hedef saptırarak iktidarın ekmeğine yağ sürüyor, halkın gerçek ihtiyaçlarını hiçe sayıyor.
İlk dakikalardan itibaren deprem seferberliğini hızlandıran dijital iletişim teknolojisi, sosyal medya ağlarının kötü ve kötüye kullanıldığına da tanık oluyoruz. Irkçı söylem, söylentiler ve yalan haber dalgaları hızla yayılıyor. Çarpıtılmış haberler, komplo teorileri yaygınlaşıyor. Irkçı saldırıları meşrulaştıran paylaşımlar ortalığa saçılıyor. Hatta biz, arama kurtarma, dayanışma çalışması yapanlar bile faaliyetleri hızlandırmak için farkında olmayarak “sağlıksız” bilgilerin yayılmasının bir parçası olabiliyoruz. Elbette çok özel bir teknik, etik ve sorumluluk gerektiren bir çalışma yürütüyor olmanın bilinciyle bunun da üstesinden geleceğiz. Dijital iletişim teknolojisini ve sosyal medyayı en doğru ve etkili şekillerde dayanışmanın hizmetine sokacağız.
Korkularımızı, toplumsal gerilim, kamplaşma ve kutuplaşmaları hedefleyen bu ırkçı girişimleri, elbette “düşüncesiz” sosyal medya paylaşımlarına indirgemek doğru olmaz. Bu bir iktidar yöntemidir. Halkın dayanışmasının ve örgütlenmesinin, devleti aşacak denli “tehlikeli” boyutlara ulaşmasının engellenmesi hedefleniyor. Kargaşa, toplumsal kriz, çözümsüzlük ortamlarında halkın “günah keçisi” arama eğilimleri kışkırtılıyor. Çaresiz insanlar bir suçlu arayışına meylediyor. Zaten savaş göçmenliğinin ve yoksulluğun olanca yıkımının altında ezilen depremzede Suriyeliler (ve farklı göçmen gruplar), şimdi bir de “yağmacılıkla” suçlanıyor. “Kısıtlı deprem yardımlarının en büyüğüne konmak”la suçlanıp düşmanlaştırılıyor. Yalan ve demagoji üzerine kurulu bu tutum açıkça ırkçılıktır.
Devletin ve siyasal iktidarların ırkçılığı dinamik bir iktidar yöntemi olarak kullandığı ülkemizde, ırkçılığa yeni bir dinamizm kazandırılmak isteniyor. Büyük deprem göç dalgasının öngününde kültürel-ekonomik tehdit algısı canlandırılarak toplumsal dayanışma eğilimleri baltalanmak, toplumsal seferberlik pasifize edilmek isteniyor.
Yağma yok, can derdi, yaşam savaşı var
Sağaltım, beslenme, barınma, hijyen gibi temel yaşamsal gereksinimlerini karşılamak için yardımsız ve çaresiz kalmış halkın “el koymasını” yağmacılık olarak değerlendirmiyoruz. Felaket anlarında hayatta kalmanın, dayanışmanın ve “komünal” yaşamın bir zorunluluğudur. Market, mağaza ve dükkanların açılmadığı, insanların alış-veriş ile temel gereksinimlerini karşılayamadığı koşullarda su, gıda, giyim, hijyen malzemesi, ilaç gibi ihtiyaçları için mağazalara girmesi “hırsızlık” olarak değerlendirilemez. Özel olarak bu durumu bir fırsat olarak gören ve bölgeye giden “yağmacı” grupların da farkındayız. Deprem seferberliğinin örgütlü güçleri, zaten bölge halkının güvenliği, yardım çalışmalarının güvence altına alınması için de bilinçli, tedbirli ve donanımlıdır. Kaldı ki on yıllardır kâr ve servet biriktirme uğruna kentleri ve kırları, insanı ve doğayı yağmalayanlarla, deprem vergilerini servete dönüştürenlerle ve onların suç ortaklarıyla o büyük gün geldiğinde hesaplaşmayı biz de defterin orta sayfasına yazdık bile. Kimsenin kuşkusu olmasın!
Irkçı kara-propaganda gerçeklerin üstünü örtemez!
Yıkımın baş sorumlusu AKP-MHP iktidarının, arama kurtarma, hayat kurtarma, hayatta tutma, hijyen, barınma, beslenme çalışmaları olması gerekenin çok çok altındadır. Bu gerçek hiçbir ırkçı çarpıtma ve kara-propagandayla örtülemez.
Tüm halkların yüreği depremzedelerle atıyor. Dünyanın dört bir yanından, en beklenmedik kesimlerden etkin yardımlar, yardım teklifleri, dayanışma mesajları geliyor. Bir parçası olmaktan onur duyduğumuz halklarımızın yardım ve dayanışma kararlılığı her geçen gün artıyor. Bunun parçalanmasına, pasifize edilmesine izin vermeyeceğiz. Korkuya, ırkçılığa, karamsarlığa teslim olmayacağız! Toplumsal dayanışmayı örgütlü büyük bir çözüm gücüne dönüştüreceğiz. Geride, enkaz altında ve üstünde, ülkenin dört yanında yardımsız ve kimsesiz tek bir canımızı bile bırakmayacağız!