Egemenlik ve iktidar halka! Yok oluştan yeniden inşaya kamusallık sempozyumu Sonuç metni

Ülkemiz çok katmanlı krizlerin birleşik basıncı altında yeni bir sürece girmektedir. Bu süreçte emekçi halk kesimleri büyük bir yoksulluğun ve hayat pahalılığının karşısında ezilmekte, en temel haklarına sadece ücret dolayımıyla ulaşabilmektedir. Emekçi halk kesimleri geçmişte biçimsel olarak bir varlık gösterdiği siyasal ve kamusal alandan tamamen dışlanmaktadır.

Erdoğan rejiminin neoliberal kapitalist stratejinin ihtiyaçları doğrultusunda hayata geçirdiği bu süreç, halk iradesinin şekli ve dolayımlı varlığına dahi tahammül gösterememektedir. Bu durum neoliberalizmin, emperyalist-kapitalist bir strateji olarak, 1970’lerin son çeyreğinden 2010’lu yıllara kadar işçi sınıfının tarihsel kazanımlarına saldırdığı ve tasfiye ettiği genel durumun ülkemizde yaşanan görünümüdür. Ancak bu büyük yıkıma rağmen birikim krizini çözemeyen neoliberal strateji, içerden çökmeye başlamış, bu çöküntü içinde kapitalizmin yayılmacı genişleme eğiliminin gerekleri ile dünyada yaşamı sürdürebilmenin gerekleri arasındaki çelişki daha da derinleşmiştir.

Bu nedenle 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde, emek ve sermaye arasındaki temel çelişki, sermaye ile yaşam formunun varlığına ilişkin bir çelişki niteliği kazanmıştır. Tam da bu yüzden insanlığın önündeki temel yol ayrımı “ya sosyalizm ya yok oluş” şeklinde ifade edilebilir.

Bu koşullar altında bugün ülkemiz; kamu varlıkları talan edilmiş, toplumsal bakımdan parçalanmış, siyasal bakımdan kamplaşmış, kültürel bakımdan ırkçı, dinci ve cinsiyetçi söylem ve uygulamalarla paralize olmuş bir ülke konumuna sürüklenmiştir.

Küresel salgının da derinleştirdiği şekliyle, Türkiye büyük bir iktisadi buhranın içindedir; istihdam, barınma, eğitim, sağlık, beslenme gibi yaşamsal alanlardaki büyük tahribat, iktisadi buhranın sosyal afet boyutu kazandığını da göstermektedir.

Mevcut hükümet sistemi ile hâkimiyet ve idare, tek bir elde, finans kapitalin çıkarını gözeten oligarşik ve kriminal bir kastın tek elinde toplanmıştır. Böylesi bir devlet örgütlenmesi, acil ve yaşamsal önlemleri gerçekleştirecek idari kapasiteye sahip değildir.

Bu durum karşısında, iktisadi buhran ve sosyal afet ile mücadele programı hazırlamak ve bunu hayata geçirmek, emekçi sınıfların acil ve öncelikli meselesidir.

Bugün gerçekleştirdiğimiz sempozyum, emekçi sınıfların bu ihtiyacına yanıt arayışında bir mücadele programına katkı sağlaması amacını taşımaktadır. Nihai biçimini “Halk iktidarı” halini alacak şekilde halkın egemenlik ve iktidar mücadelesinin programatik bir yaklaşıma ihtiyaç duyduğu açıktır.

Bu programatik yaklaşım ancak yukarıda da belirttiğimiz “…toplumsal bakımdan parçalanmış, siyasal bakımdan kamplaşmış, kültürel bakımdan ırkçı, dinci ve cinsiyetçi söylem ve uygulamalarla paralize olmuş” halkın, ortak çıkarları etrafında mücadeleye sevk edilmesiyle olgunlaşabilir. Ortak çıkarlar etrafında mücadele bugün parçalanmış, ayrışmış ve birbirine düşmanlaştırılmış halk kesimlerinin bu durumunu aşacak, bir mücadele öznesi olarak birleştirecek bir hedefi içermelidir.

Bu noktada, bugün tartışmalarını yürüttüğümüz konu başlıklarının hepsi sadece bir tartışma başlığı değil aynı zamanda böyle bir mücadelenin başlıklarıdır.

Hedefimiz halkın kendisini egemen bir özne olarak inşa edebilecek bir kapasite geliştirmesinin olanaklarını mücadele içerisinde yaratmaktır. Bu doğrultuda her bir mücadele başlığı aynı zamanda halkın kendi öz örgütlenmelerini yani öz yönetim organlarını inşa edeceği bir anlayışla ele alınmalıdır. Demokrasi; söz, yetki ve kararın halkta olması, yönetimin aşağıya doğru yayılmasıdır. Bu yaklaşım, neoliberalizmin çözdüğü ve yok ettiği kapasiteyi geri kazanma mücadelesi, halkın siyasal ve kamusal alanda yeniden ve bu defa gerçekten varlık göstermesi mücadelesidir.

Bugün neoliberalizmin ülkemizde AKP eliyle tasfiye ettiği temel kamusal hakları geri kazanma mücadelesi; “Kamulaştırma” halkın mücadele programının temel başlığıdır.

Eğitim hakkı mücadelesi bugün dinselleştirilmiş müfredat içeriklerine mahkum olan ve ucuz iş gücü ihtiyacının karşılanma merkezlerine dönüşen adı devlet okulu olan ancak hiçbir kamusal niteliği olmayan okullardan başlayarak eğitim hakkının kamusal bir hak olarak geri kazanılması mücadelesidir.

Sağlık hakkı mücadelesi bugün, sağlığı alınır satılır bir meta, hastayı da müşteri haline getirmiş neoliberal dönüşüm süreci sonucu ilaç bulamadığımız, randevu alamadığımız çökmüş sağlık sistemine karşı önleyici sağlık hizmetini ve sağlığın sosyalizasyonunu merkezine koyan bir toplumsal sağlık hareketi ile sağlıkta kamusal dönüşüm mücadelesidir.

Enerji hakkı mücadelesi bugün halkın en temel hakları olan ısınma, aydınlanma, suya ulaşma hakkını elinden alan özelleştirme süreçleri sonucu şirketlerin kar kapısı haline gelen enerji üretim ve dağıtımının halk yararına, halk denetiminde, işçi özyönetiminde kamulaştırılması mücadelesidir.

Barınma hakkı mücadelesi bugün en temel ihtiyacımız olan sağlıklı ve güvenli barınma ihtiyacı doğrultusunda gelişecektir. Bugün barınma hakkı mücadelesinin öznesi ülke çapına yayılmış konut ve kira krizinin muhatabı olan kiracılardır. Kiracıların bugün yeni yeni oluşmaya başlayan örgütlenme, yan yana gelme deneyimlerini çoğaltarak, alınması gereken acil önlemler ve kalıcı çözümler için atılan adımların çoğaltılması bugünün barınma hakkı mücadelesidir.

Tarım ve gıda egemenliği için verilecek kavga hem üreticilerin hem de gıdaya erişim sağlamak yani beslenmek zorunda olan milyonların ortak kavgasıdır. Emperyalist tekellerin ihtiyaçları doğrultusunda ülkemiz tarımı çökertilmiş bunun bir sonucu olarak halk gıdaya erişemez hale gelmiştir. Tarım politikalarının üreticilerin ve halkın çıkarlarını merkezine alan bir kamusal planlama ihtiyacı doğrultusunda dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu kavga da üreticilerin ve nitelikli gıdaya erişmek zorunda olan milyonların ortak kavgası olarak örgütlenmek zorundadır.

Güvenceli çalışma hakkı için mücadele, emperyalist iş bölümü doğrultusunda inşa edilmiş güvencesiz emek rejimine karşı mücadeledir. İşçilerin taşeron, geçici sözleşmeli, sendikasız, kayıt dışı çalıştırılma koşullarına karşı insanca yaşayacak bir ücretle, güvenceli çalışma koşullarına sahip, iş yerlerinde doğrudan söz, yetki ve karar sahibi olduğu, örgütlenme özgürlüklerini kullanabildikleri bir çalışma hakkı için mücadelenin büyütülmesi zorunludur.

Kadınların hayatları, hakları, hayalleri, emeği, bedeni; aile içerisindeki erkek, iş yerindeki patron ve erkek devletin işbirliği ile kuşatılıyor. Bu iş birliği aynı zamanda kapitalizmin pandemi ile açığa çıkan toplumsal yeniden üretim ve bakım krizini karşılıksız olarak kadınların emeği ile sağlamak için gerçekleşiyor. Kamusal hizmetlerin piyasalaşması ile hasta, yaşlı, çocuk bakımı kadınların omzunda. Artan yoksulluk en çok kadınları etkiliyor. İşten ilk çıkartılan kadınlar, ailenin geçimini dert etmek zorunda olan yine kadınlar. Esnek, güvencesiz, kayıt dışı çalışan kadınların oranı her geçen gün artıyor. Kadınlar için hayatın her yanı eşitliksizler ile dolu. Kadını aile içerisine hapsetmeye çalışan, haklarına saldıran, şiddeti meşrulaştıran, kadın katillerini aklayan iktidarın kadın düşmanı politikaları ile bu eşitsizlikleri arttırıyor. Kapitalizm ve patriyarkanın ilişkisini iyi tanımlamak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini kamusal ve özel alanda sağlamak, eşitsizliği meşrulaştıran, doğallaştıran yapıları da hedefe koymak üzere politikalar üretmek ve bütüncül bakmak zorundayız. Bunun için cinsiyetleştirilen, ırklaştırılan toplumsal yeniden üretim ve bakım emeğinin yaşamın her alanında dini referanslardan arındırılarak laiklik ve eşitlik ilkesiyle yeniden inşa edilmesi, bakım hizmetlerinin kamu eliyle sağlanması, kadınları şiddetten koruyan ve şiddeti önleyen politikaların arttırılması mücadelesini yükseltmemiz gerekiyor.

Tüm bu noktalar bugün milyonlarca emekçinin insanca yaşayacak bir hayat standardına kavuşması için üzerinde ortaklaşacağı ve mücadelesini yürüteceği hak mücadeleleri başlıklarıdır.

Yani özet olarak, insanca yaşamak için kamusal alanın emekçi sınıflar lehine ve onların mücadeleleriyle içerik kazanarak yeniden inşası zorunludur.

Böyle bir dönüşüm ancak halkın, emekçi sınıfların bu doğrultuda bir program etrafında ortak mücadelesiyle mümkündür. Bu mücadele bugün kısmi, kesimsel bir mücadele değildir. Tüm toplumsal yapı bu haklardan mahrum bırakılacak şekilde dönüştürülmüştür ve bunun merkezi uygulayıcısı 20 yıldır iktidarda olan AKP iktidarıdır. Yani bu sorun bütün ülke sathında bir sorundur ve sorumlusu merkezi iktidardır. Dolayısıyla bir iktidar sorunudur. Bu yüzden çözümü de emekçilerin ülke sathına yayılmış bir mücadeleyle “Halk iktidarı” hedefiyle örgütlenmesi, mücadele etmesidir.

Son olarak bugün ülkemizde emekçi sınıfların üretim alanı ve yeniden üretim alanlarında yani basit bir söyleyişle iş yerlerinde ve yaşam alanlarında kendiliğinden biçimler altında bu başlıkların hepsi birer mücadele konusu halini almıştır. İşçilerin ücret mücadeleleri ve sendikalaşma girişimleri memleketin dört bir yanında yeni işçi direnişleri ortaya çıkarmaktadır ve bu mücadele güvenceli çalışma hakkı mücadelesidir. Yüksek faturalar, geçtiğimiz yıl en yaygın örneğini Doğubeyazıt’tan Marmaris’e kadar yayılan “Kamulaştırma” talepli protesto hareketlerini tetiklemiştir. Barınma sorunu bugün kiracılar etrafında yeni örgütlenme girişimleri ve yan yana gelişler etrafında bir harekete dönüşme olanakları yaratmaktadır. Gıda egemenliği mücadelesi artık sağlıklı beslenmek için bir hayatta kalma mücadelesidir.

Bu anlayış etrafında bir araya geldiğimiz bu sempozyumu, bu noktalarda yürüyen mücadelelerin içeriğini geliştirmek, bahsettiğimiz emekçi sınıfların programını olgunlaştırmak için geliştirici bir adım olarak değerlendiriyoruz. Daha gelişkin bir araya gelişleri mücadele öznelerini çoğaltarak ve mücadele örgütlerini geliştirerek yapmak bu sempozyumdan çıkaracağımız başlıca hedeflerden biridir. Bir diğeri de bu sempozyumun içeriğini oluşturan başlıklar etrafında kurulan atölye faaliyetlerini mücadelelerle organik ilişki içerisinde geliştirerek mücadelelerin ihtiyaçlarına yanıt verecek biçimde olgunlaştırmaktır.

Ancak asıl ve kalıcı hedefimiz başta bu sempozyumun tüm katılımcıları olmak üzere hep birlikte bu başlıklar doğrultusunda mücadeleyi geliştirmektir.

Başta “ya sosyalizm, ya yok oluş” demiştik. İçinde bulunduğumuz dünya yok oluşu değil, sosyalizmi çağırıyor! Hepimize kolay gelsin.