1 Mayıs ülkemizde politik sınıf mücadelesinin en ileri kavga gününü temsil ediyor. Bu yıl kavganın en ileri halini almasa da mevcut gerçekliğimize, eksiklerimize ve olanaklara işaret etmesi bakımından anlamlı bir gün olarak gerçekleştirildi. Halk içinde gelişen direniş eğilimlerini seferber edebilecek ve direniş iradesi gösterenler başta olmak üzere toplumsal muhalefetin genel sorumluluğunu üstlenmeye girişen bir inisiyatif odağı yaratmadıkça suçu başkasına atmadan, en önce kendimizde arayarak ama herkesin de eksikliğini teslim ederek tartışmaya ihtiyacımız var.
2022 1 Mayıs’ı geride kalırken “Sokaklar bize ne gösterdi?” diye bakmak sınıf hareketinin ve sosyalist hareketin nereden ilerleyeceğine, kendini hangi noktada gözden geçirmesi gerektiğine de bakmamızı sağlayacaktır.
Asgari ücrete yapılan “yüksek” zamma rağmen daha zamlar maaşlara yansımadan enflasyon altında ezilen geniş emekçi kesimlerin daha iyi bir ücrete ve insan çalışma koşullarına erişim talebi etrafında ocak ve şubat ayında gelişen, birçoğu kendiliğinden sayılabilecek yaygın işçi eylemleriyle açıldı 2022 yılı.
Aslında yoksulluk karşısında ezilen ve Türk Lirası’nın değersizleştirilmesiyle satın alma gücü düşen milyonlarca insanın itirazını temsil eden “Geçinemiyoruz” eylemleriyle şekillenmeye başlayan yoksullar hareketi, elektrik ve doğalgaz zamları sonrasında memleketin en doğusundan en batısına sokağa çıkarak, özellikle de “Kamulaştırma” talebini gündeme getirerek ilerlemişti.
Kimi zaman “işyeri”nin doğrudan kentin merkezi caddeleri olduğu işyeri temelli ücret mücadeleleriyle zam karşıtı hareketin eş zamanlı ve yer yer iç içe geçerek ilerlediği, toplumsal hareketi şekillendirdiği bir süreçten geçerek 1 Mayıs’a doğru ilerledik.
Milyonları yoksullaştıran düzenin ve onun çürümüş iktidarının daha işçi eylemlerinin sıcaklığı geçmeden bu defa 8 Mart’ta kadınların önüne barikat kurma denemesi kadınların yoksulluk ve patriyarka karşısında isyanıyla boşa düşürüldü.
Kürt halkı üzerindeki bütün baskı ve siyasetten tasfiye çabalarına, katliamlara ve katliam girişimlerine rağmen Newroz alanları “birleşik mücadele” vurgusuyla doldu taştı.
Bütün bunlar üstelik farklı dinamiklerin sınıfsal bir ortak kesenle yakınlaştığı, yer yer birleştiği yani işçilerin ücret talepli hareketlenmelerinin, halkın zamlara karşı itirazlarının, kadın hareketinin patriyarkal kapitalizme karşı direnişinin ve Kürt halkının varoluş mücadelesinin “Geçinemiyoruz!” sözü etrafında birleştiği bir konjonktür açığa çıkardı.
Eksikliklerimiz ve sorumluluğumuz
Karşısında sadece düzen içi muhalefetin utangaç eleştirilerini değil henüz bir politik program etrafında örgütlenmemiş olsa da sınıfsal bir karşı çıkış bulan ve tam da bu yüzden ürken iktidar ve sermaye çevreleri tehdit imkânını Gezi Davası’nda gördü.
Hareketin sözcülüğünü yaparak onunla özdeşleşen Mücella Yapıcı, Can Atalay gibi figürleri tutuklamak, hareketlenen geniş kesimlere ve onlar adına sorumluluk ve inisiyatif alacaklara sopa göstermek anlamına geliyordu.
Tam da bu tabloyu göz önüne alarak çok daha ileri taleplerle, çok daha etkili ve görünür bir ortak 1 Mayıs süreci geçirilebilir miydi? Muhakkak ki geçirilebilirdi. Ancak geniş halk kesimlerindeki hareketlenmeyle mevcut toplumsal/siyasal örgütlenmelerin bu dinamiği kavrama kapasitesi arasında büyük bir açı ortada duruyor.
İktidarın hamleleri karşısında, yoksullaştırmanın hoşnutsuzluğunu yaşayan ve yer yer harekete geçen geniş kitlelerin siyasal itirazını örgütleme konusundaki zayıflığımız da hâlâ ortada duruyor.
Dolayısıyla 1 Mayıs sürecine bu örgütsel/siyasal eksikliklerle gittik. Halk içinde gelişen direniş eğilimlerini seferber edebilecek ve direniş iradesi gösterenler başta olmak üzere toplumsal muhalefetin genel sorumluluğunu üstlenmeye girişen bir inisiyatif odağı yaratmadıkça suçu başkasına atmadan en önce kendimizde arayarak ama herkesin de eksikliğini teslim ederek tartışmaya ihtiyacımız var.
1 Mayıs alanlarında ne gördük?
İki yıldır 1 Mayıs’ların pandemi bahanesiyle yasaklanması, yasaklara militan itirazlar getirilse de kitlesel 1 Mayıs mitinglerini engellemişti. Bu iki yıllık sürecin ardından ilk defa kitlesel 1 Mayıs mitingleri düzenlense de Ankara gibi bazı istisnalar dışında 1 Mayıs gösterileri kitlesellik anlamında 2019’un gerisinde kaldı. Bunda 1 Mayıs’ın bayram tatili ile çakışmasının etkisi olsa da bu gerekçenin gizleyemeyeceği gerçek OHAL’in ardından pandemi döneminde emek örgütlerinde ve sosyalist harekette gözlenen atalet ve erimenin hâlâ giderilemediği, halkın yeni gelişen direniş dinamikleri ile örgütlü muhalefet güçleri arasındaki açının 1 Mayıs alanlarına bir zafiyet olarak yansıdığıdır.
Öte yandan 1 Mayıs alanları tek renk değildi. Gerileyen yanlarımızın yanı sıra gelişen yanlarımız da bilinen zaafların yanında umut vadeden gelişmeler de sokaktaydı. İktidarın saldırganlığı karşısında teslim olmama iradesi, militan mücadele eğilimleri ve coşku da sahnedeydi.
Karadeniz’de çay üreticilerinin, Ege’de yaşam savunusu mücadelesinin, Akdeniz’de yoksulluğa karşı mücadelenin etkisi gözle görünür biçimde alana yansıdı. Ankara’da 10 Ekim 2015 Gar Katliamı’ndan sonra en kitlesel 1 Mayıs, örgütlü katılımların yanında kendiliğinden bir katılımla gerçekleşti. Ankara’da polisin engelleme girişimlerine rağmen alana yürüyüşle girilmesi, cılız konuşmalara boğulan kürsüdeki ruhsuzluğun direnişçi EnerjiSA işçilerinin konuşması ile dağılması 1 Mayıs’a coşku katan unsurlardı.
İstanbul Maltepe Mitingi bütün eksiklikleri ve handikaplarıyla birlikte yüzbinleri değil ama onbinleri buluşturdu. Taksim’i işaret eden ve zorlayan emekçilerin ve devrimcilerin iradesi pek çok noktada barikatları zorladı, 200’e yakın direnişçi gözaltına alındı. Herkes zaten kabul ediyordu ve bir kez daha görüldü: 1 Mayıs meydanı Taksim Meydanı’dır!
Ancak 1 Mayıs 2022 deneyimi “gerilimsiz” bir miting kurgusunun kitlesel katılımın anahtarı olmadığını, yeni gelişen direniş eğilimlerini cezbetmenin yolunun “etkili” bir 1 Mayıs kurgusu ile açılabileceğini, 1 Mayıs’ın daha ileri talepler ve daha militan hareket biçimleri ile de toplumsallaştırılarak örgütlenebileceğini gösterdi.
1 Mayıs bize hangi görevleri yüklüyor?
1 Mayıs ülkemizde politik sınıf mücadelesinin en ileri kavga gününü temsil ediyor. Bu yıl sınıf kavgasının en ileri halini almasa da mevcut gerçekliğimize, eksiklerimize ve olanaklara işaret etmesi bakımından anlamlı bir gün olarak gerçekleştirildi.
Gerçekliğimiz demişken ocak-şubat aylarındaki işçi hareketliliğiyle zam karşıtı eylemlerin ortaya çıkardığı dinamik kitle görünürlüğü anlamında sınırlı kalsa da politik içerik anlamında 1 Mayıs meydanlarına taşındı. Yer yer canlı ve öne çıkan örnekler olsa da geleneksel sendika kortejleri ülke genelinde kitlesellikten uzaktı. 1 Mayıs’a katılım büyük kentlerde esas olarak politik bir tavır etrafında gerçekleşti. Bu durum sendikal harekette özeleştiri ve değişim ihtiyacını tekrar hatırlattığı gibi, 1 Mayıs kitlesinin politik olarak örgütlenerek sınıf kavgasında konumlanmasının olanaklarına işaret ediyor.
Aynı zamanda bu olanak Türkiye’de geniş bir politik kitlenin seçimcilik siyasetiyle pasifize edildiği bir süreçte kitle hareketini geleneksel kurumların belirleyiciliğinden de kopararak aktive etme zorunluluğunu gösteriyor.
Halkevciler sorumluluk alacak
Halkevciler olarak 1 Mayıs’ta İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Kocaeli’nde, Bursa’da, Çanakkale’de, Antalya’da, Mersin’de, Tarsus’ta, Adana’da, Hatay’da, Eskişehir’de, Hopa’da, Samsun’da, Trabzon’da, Datça’da, Bartın’da, Sivas’ta, Ordu’da, Giresun’da, Burhaniye’de, Zonguldak’ta ve Bolu’da turuncu kortejlerimizle alanlardaydık. Dünyayı neoliberal çöküntüyle, pandemilerle, iklim kriziyle, savaşlarla felakete sürükleyen kapitalist sistem karşısında kurtuluşun devrimde ve sosyalizmde olduğunu haykırarak, bu mücadeledeki tüm yol arkadaşlarımızla omuz omuza verdik.
Türkiye çapında alanlara çıkan binlerce Halkevci arasında bu mücadeleye henüz katılmış yoldaşlarımız da vardı, yılların emektarları da, uzun yıllardır görüşemediğimiz ve 1 Mayıs alanında kucaklaştıklarımız da. Ve hepimizi bir arada tutan bir şey daha: Direniş çizgisine ve bu çizgi eksenindeki bir yeniden inşaya olan güven!
“Sandığı bekleyin” diyenlere karşı, beklemeden saldıran iktidarı, beklemeden direnişe geçen halkı, hayatın bütün canlılığıyla akıp gittiği sokağı gösteriyoruz.
Yalnız olmadığımızı biliyor, neoliberalizme ve faşizme karşı mücadele yol arkadaşlarımızla omuz omuza veriyor, direnişte birleşiyoruz.
Barikatları dağıtıp burjuvazinin kulelerine emeğin sesini duyuran, işsiz bırakılan işçiyle karanlıkta bırakılan halkın çıkarının bir olduğunu gösteren, bir işçi direnişini yalnızca diğer işçi direnişleriyle değil, yoksul halkın direnişiyle, sanatın direnişiyle buluşturabilen enerji işçilerinin yaptığı gibi…
Kar tatilinde öğretmenleri angaryaya koşan özel okulları basıp patronlara geri adım attıran devrimci öğretmenlerin yaptığı gibi…
Memleketten kovmaya varan bütün aşağılamalara, değersizleştirme ve bölüp parçalama girişimlerine karşın birlikte grevlere giden, hastane komitelerini kuran asistan hekimlerin, ebelerin, hemşirelerin, uzman hekimlerin, bilgi işlemcilerin, sağlık işçilerinin yaptığı gibi…
Yüksek kiralara, enerji ve gıdadaki yüksek enflasyona karşı mahalle mahalle, semt semt örgütlenen, kim zaman yüzler kimi zaman binler olup yürüyen yoksul emekçilerin yaptığı gibi…
8 Mart’ta yasaklara meydan okuyup Ankara’nın polis terörünü bir gece ansızın ayaklarının altına alan kadınların ve LGBTİ+’ların yaptığı gibi…
Trabzon Of’taki çay üreticisiyle Artvin Hopa’daki üreticinin direnişini birleştiren Doğu Karadenizli devrimcilerin yaptığı gibi…
Bir yandan kayyumlara, bir yandan eğitim alanına çöreklenen tarikat-cemaat ağlarına, bir yandan yoksulluğa, bir yandan faşist saldırılara karşı direnen üniversitelilerin yaptığı gibi…
Muhalefetin ve direnişlerin parçalı ve kesintili halleri ve direnişi temel alan bir inisiyatif merkezinin yokluğunu elbette görüyoruz. Buradan da kendimize görevler çıkarıyoruz.
Direniş eğilimlerini örgütlerken, bunları gündelik mücadelelerin ötesine taşıyacak, bir politik inisiyatif haline getirecek adımlar atmalıyız. Devrimci bir politik alternatifin mümkün olduğunu göstermeliyiz. Devrimci alternatifi politikası, eylemi ve örgütü ile birlikte inşa etmeliyiz. “Direnişte birleşelim” derken işaret ettiğimiz zemin işte bu görevleri yerine getirebileceğimiz zemindir. İşçi sınıfının devrimci kapasitesine, yoldaşlarımıza, yol arkadaşlarımıza güveniyoruz. 1 Mayıs’tan bu güven, sorumluluk ve iddiayla çıkıyoruz.
* Nebiye Merttürk: Halkevleri Genel Başkanı