İlk sözü Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk’e veriyoruz. Merttürk, AKP-MHP iktidarının halka anlatacak pek bir hikayesinin kalmadığını, çoklu krizleri yönetme kapasitesinin gittikçe daraldığını, “ilk seçimde gidiyorlar” beklentisinin yaygınlaştığını ve normal olmayan bu koşullar karşısında sosyalist siyasetin her türlü ihtimale hazır olmak gerektiğini söylüyor.
Bu koşullarda sermaye fraksiyonları arasında nasıl bir mutabakat sağlanacağının ve emperyalizmin bu noktadaki tercihinin önemli olduğunu söyleyen Merttürk, “Bu cepheden bakıldığında bir restorasyon arayışının olduğu zaten görülüyor, bu arayış yalnızca siyasal krizleri normale çevirme arayışı değil, aynı zamanda neoliberalizmin krizini bir tür toparlama arayışı” diyor.
Merttürk sözlerine şöyle devam ediyor,
“Bunu TÜSİAD’ın açıklamalarında görüyoruz, bunu Babacan’ın konuşmalarında görüyoruz, bunu CHP’nin ekonomiye dair yorumlarında görüyoruz. Yani tekelci burjuvazinin talepleri doğrultusunda NATO’culuğundan taviz vermeyen ama bütün bu yönelimlerini halka sunarken daha yumuşak bir geçiş vaat eden Millet İttifakı’na, sırf AKP-MHP gidecek diye razı olmak bizim işimiz değil”
HALKIN GERÇEK GÜNDEMİ GEÇİM DERDİ
Merttürk, bugün halkın gerçek, gündelik derdinin çok açık biçimde geçim derdi olduğunu, markete, pazara, televizyona, cüzdanlara bakıldığında bunun açık bir şekilde görüldüğünü söylüyor. Merttürk, geçinemeyenlerin kendisini bir hareket olarak göstermeye başladığını, halkın seçimi beklemeye değil, bugünden harekete geçmeye niyetli olduğunu söyleyen Merttürk, konuşmasına şöyle devam ediyor:
“Ancak bu hareket gelişirse muhalefetin taleplerini karşılayamayacağı biçimler alacak ve tam da bu yüzden muhalefet ‘provokasyon’ gibi gerekçelerle sokağın önünü kesmeye çalışacak. Şimdi tam da böylesi bir konjonktürde sosyalistlerin ilk işi, önceliği seçimlerde alınacak tavrı tartışmak mı olmalıdır? Yoksa bugünün hareketini, halkın direnme eğilimlerini ortaya çıkarmak, güçlendirmek mi olmalıdır? Elbette ikisi birbirini dışlayan şeyler değil, ya biri ya öbürü gibi bir durum da yok ortada. Ancak handikaplı olan nereye odaklanacağımız.
Yani siyaset yapmanın tek biçimi bir seçim kampanyası örgütlemek ve oy vermek. Peki, bugünün sorunları sistemin yapısal sorunlarıysa ve bu düzen içerisinde çözümü de mümkün değilse. O zaman niye halkın kendini iktidar olarak kurabilme kapasitesini geliştirmeye odaklanmıyoruz”
Merttürk, mahallelerin, semtlerin, kent merkezlerinin, iş yerlerinin doğrudan mücadelenin ve doğrudan dayanışmanın hayata geçirilebileceği yerler olduğunu, bunu da sosyalistlerin ortak aklının çok yaratıcı biçimlerde, güçlü biçimlerde yapabileceğini söylüyor. Merttürk şöyle devam ediyor,
“Şimdi bir üçüncü yol tartışılınca kuşkusuz bunun bileşenleri de tartışma konusu oluyor. Solda hatta Türkiye siyasetinin genelinde çeşitli ezberler var. Örneğin bunlardan birisi “Demokrasi güçleri”. Bunların birliği, yan yana gelişi vs. tartışılıyor zaman zaman.
Kim bu demokrasi güçleri? Bu soruya cevap verebilmek için sosyalist hareketin demokrasi mücadelesine dair yaklaşımı net gözükmelidir. Halkın, işçi sınıfının kamusal alanda var olma hakkını, siyasete katılma kanallarını güçlendiren aşağıya doğru örgütlenen her süreç demokrasiyi geliştirmek açısından önemlidir. Dolayısıyla bu doğrultuda bir demokrasi gücü geliştirmek gerekli. Bazı tartışmalarda demokrasi gücü denilince Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, Abdullah Gül gibi isimler de geçiyor. Ya da demokrasi tartışmasında “Ülkede demokrasi olmadığı için yabancı sermaye gelmiyor, ekonomi bu yüzden kötü!” gibi argümanlar sunuluyor. Bunlar doğru tartışmalar değil. Demokrasi için yan yana gelişler çoğalacaksa faşizme karşı demokrasi mücadelesi ekseninde olmalıdır ve bu noktada faşizmin de sınıfsal çelişkilerin egemenlerce yönetilmesi için olduğunu unutmamak gerekir”
Merttürk, demokrasi adı altında sermaye fraksiyonlarının bir kısmıyla, siyasal İslamcıların iktidardan dışlanmış kesimleriyle, kontrgerilla artıklarıyla ya da kontrgerillanın olası yeni dizaynına göre bekleyenlerle ittifak yapılamayacağının altını çiziyor. Merttürk, “Eğer derdimiz halkın özlemleri, halkın talepleriyse ya da başka bir ifadeyle halk iktidarıysa o zaman bu mücadeleyi büyütecek olanlarla ittifak yapılabilir, bu memlekette de başka bir çıkış yolu gözükmüyor zaten” diyerek sözlerini bitiriyor.