Genel Başkanımız Nebiye Merttürk’ün “Emperyalistlerin hegemonya savaşı ve anti-emperyalist barış hareketi” üzerine Odak Dergi ile söyleşisi

(SÖYLEŞİ) Nebiye Merttürk: Emperyalistlerin hegemonya savaşı ve anti-emperyalist barış hareketi

 

  

Odak Dergisi ülkemizde ve dünyada yaşanan gelişmeleri Türkiye ve dünya devrimci hareketi açısından anlamaya çalışıyor. Değişik konu başlıklarından oluşan söyleşilerimizde sosyalist örgütlerden ve kişilerden aldığımız görüşler ile ortak bir eleştirel düşünceye varmayı umuyoruz. Dizimizin bu konusu ise dünyada yükselen savaş tehdidi ve bu savaş tehdidine karşı geliştirilebilecek “Anti-Emperyalist Barış Hareketi İhtiyacı” olacak. Sorularımızı bu kez de Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk’e yönelttik. Aşağıda cevapları yayınlıyoruz. İyi okumalar dileriz…

Emperyalizm savaşları hangi amaçlarla, nerelerde ve nasıl kışkırtıyor?

Son yıllarda ortaya çıkan savaşları anlamlandırmak için emperyalist sistem içindeki krizlere ve kimi yerler için de halkların direnme kapasitelerine bakmak gerekli. Bölgesel savaşları ve gerilimleri tetikleyen iki temel kriz var. İlki emperyalist sistem içindeki siyasi hegemonya krizi. İkincisi ise kapitalist sistemin birikim modelinde yaşadığı tıkanıklık. Bunlara kısaca değinelim.

Eskisi gibi tek kutuplu bir emperyalist sistemden bahsetmek zor. Afganistan ve Irak işgalinde hedeflenene ulaşılamaması, İsrail’in 2006’da Lübnan’da başarısız olması ve daha sayamayacağımız gelişmeler ABD hegemonyasını sarstı. ABD dışında hegemonyayı sağlayacak başka bir devlet çıkmasa da Rusya ve Çin’in de aralarında olduğu küresel ve bölgesel ölçeklerde ABD dışında güç odağı olmaya çalışan devletler var. Bunun yanı sıra kapitalist sistem içinde bir süredir iktisadi anlamda bir durgunlaşma var. Neoliberal Küresel GSYH artış oranları 2008’den beri istisna yılları saymazsak her yıl azalmakta.

Bu çok parçalı emperyalist sistem, varlığını sürdürmek için savaş üretmeye mecbur. ABD, Ortadoğu’da hegemonyasına yönelik tehditleri bertaraf etmeye, kendi karşısında güç odağı yaratmaya çalışan Rusya’yı çevrelemeye, Çin’e karşı alternatif ticari hatlarla avantaj elde etmeye mecbur. Rusya çevresindeki nüfuz alanlarını korumaya, ABD/NATO kampının kendini çevreleme girişimlerini püskürtmeye, finansal ambargolara karşı alternatif ticari ağlara ve birliklere dahil olmaya, ABD’nin Ortadoğu’daki hegemonya krizini derinleştirmeye mecbur.

Çin, özellikle değerli madenlerin olduğu Afrika’daki etkisini artırmaya, Ortadoğu’daki savaşlarda ABD hegemonyasını yaralayacak şekilde yer almaya ve Kuşak ve Yol Projesi’nin ilerlemesini garanti altına almaya mecbur. Pek çok ülke için farklı gerekçeler de söylenebilir. Bunların yanı sıra savaşlar birikim modelindeki tıkanıklığı aşmanın, aşılamasa da etkilerinin törpülenmesinin bir gereği. Savaşlar sürekli göçmen akınları yaratarak ucuz işgücü ordusunun büyütülmesi için de olanak sağlıyor.

Ayrıca savaş süreçleri ırkçılık gibi işçi sınıfını bölecek ve sınıfsal çelişkilerin yönetimini kolaylaştıracak ideolojiler için de uygun bir zemin sağlıyor. İşçi sınıfının ve halkların iktidara yönelik tepkilerinin önünü tıkayacak fiili veya resmi OHAL’lerin zeminini de sağlıyor. Filistin’de, Lübnan’da, Suriye’de, Yemen’de, Ukrayna’da yaşanan savaşlar; Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Güney Kore hattındaki gerilim ve Güney Kore’deki darbe girişimi, Tayvan-Çin arasındaki gerilimin temelinde bu krizler yatmakta. Elbette ki bu krizler halklar arasında emperyalizme karşı tepki ve direnişleri de tetikliyor. Bugün Filistin’de, Lübnan’da, Yemen’de, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın belirli yerlerinde ortaya çıkan halk hareketleri ve silahlı direnişler bunlara örnek. Ancak mevcut uluslararası güçler dengesinde her direniş eğilimi rakip güçlerden birine yedeklenmek ya da en azından onun gölgesinde kalmak zorunda olabiliyor. Tam da bu yüzden bağımsız bir anti-emperyalist hattın geliştirilmesi zorunlu.

– Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaşlar dünyayı nasıl etkiliyor?

Üç büyük etkiden bahsedebiliriz. İlki tedarik zincirlerine dair bir etkisi var. Ukrayna savaşı enerji krizinin tetikleyicilerinden biriydi. Filistin toprakları ABD’nin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne alternatif olarak önerdiği Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomi Koridoru’nun kilit yerlerinden biriydi. Suriye toprakları Kuşak ve Yol Girişimi’nin saçaklarından biri. Bu savaşlar siyasi hegemonya mücadelesi olmasının yanı sıra hakim ticari yolların belirlenmesi savaşı da. Bu durum aynı zamanda ABD’nin hakimiyet krizi derinleştikçe devam eden askeri saldırganlığın da bir sonucu. ABD kendi hakimiyet krizine askeri yayılmacılığı arttırarak yanıt vermeye özellikle NATO aracılığıyla başta Rusya olmak üzere, Çin’i ve diğer rakiplerini kuşatmaya çalışıyor. Ukrayna savaşı doğrudan ABD ve NATO yüzünden çıkan bir savaştır.

İkincisi, mülteci akını. Her savaş, savaşın yaşandığı topraklardaki insanların kopmasına sebep olur. Her şeyi geride bırakarak başka ülkelere gitmek zorunda olanların çok büyük bir kısmı da gittikleri ülkelerde en ağır şartlarda en düşük ücretlerle çalışmayı kabul etmek zorunda kalır. İşçi sınıfının ücret ortalaması düşürülürken toplumsal uyum problemlerini de görürüz. Bunda elbette körüklenen ırkçılığın da bir etkisi var.

Sonuncusu ise fiili veya resmi OHAL ilanlarıyla işçi sınıfının ve halkların iktidara yönelik tepkilerinin önü tıkanır. Tayyip Erdoğan’ın “iç cepheyi güçlendirme”nin üstüne bu kadar basması tesadüf değil. Çok temel gündemler olan asgari ücret ve bütçe bile sessiz sedasız geçebiliyor. Kadın cinayetleri, yenidoğan çetesi gibi çok temel toplumsal sorunlar gündemde dahi kalamıyor. Bunun için eylem yapanlar hedef alınabiliyor. Tepkilerin toplumsallaşması engellenebiliyor. Bu kısmen mücadelelerin terörize edilmesinden kısmen de bu terörize edilme halinin kanıksanarak bir çeşit otokontrol geliştirilmesinden kaynaklanıyor.

– Emperyalist saldırganlık karşısında ülkemiz emekçileri, halkımız ve ezilen insanlık lehine barışı nasıl savunabiliriz?

Emperyalistler arasındaki rekabet ve bunun sonucu gelişen saldırganlık, dünyanın sermaye kesimleri lehine yeniden sömürgeleştirilmesi ve yeniden paylaşılması için savaşlar ve çatışmalar olarak yaşanıyor. Bu gerçeğin özümsenmesi ve dünya halklarının mücadelelerinin bu gerçeği gözetecek bir antiemperyalist çizgiye çekilmesi gerekiyor. Yoksullaştırılmayla, doğal alanların maden ve enerji projeleriyle talanıyla veya ayrımcı politikalarla emperyalist sistemin doğrudan bir ilişkisi var, bunun bilince çıkarılması gerekiyor. Tüm gündemlerden ayrı bir barış mücadelesi ya da antiemperyalist mücadele yok. Dolayısıyla bu bağı kurabilecek tek bir mücadele programına ihtiyacımız var.

Bu doğrultuda emekçi sınıflar başta ABD/NATO ekseni olmak üzere emperyalizme karşı bir güç haline geldiği oranda barış mücadelesi aynı zamanda emperyalist politikaları ülkede, bölgede ve dünyada yenilgiye uğratma mücadelesi, enternasyonalist bir mücadele haline gelecektir. Halkların ve işçi sınıfının bir güç odağı haline gelmesi ise sermaye programına karşı kendi talepleriyle oluşacak mücadelelerinde özneleşebilmesinden, kendi kaderleri ve yaşadığı topraklar üzerinde belirleyici olabilmelerinden, emperyalizmin ticari, siyasi, askeri ve kültürel tüm hakimiyet biçimlerini geriletme hedefiyle hareket edilmesinden geçiyor.

Artık yeter: Hayatlarımız ve haklarımız için feminist mücadeleye!-Döndü Kurşunoğlu

Kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik şiddet kırım boyutuna ulaştı, haklar gasp edildi, kadın emeği yok sayıldı. Şiddet ve yoksulluk karşısında kadınların hak mücadelesini büyütmenin önemi ve sorumluluğu karşımızda duruyor

“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı. Kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.”

– Minerva Argentina Mirabal

Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı verdikleri özgürlük mücadelesinden vazgeçmedikleri için pek çok kez hapsedilen, işkenceye maruz bırakılan ve 25 Kasım 1960 yılında katledilen, Mirabel Kardeşlerden Minerva Argentina Mirabal’ın sözleridir bunlar.

Tüm dünyada ve Türkiye’de kadına ve LGBTİ+’lara yönelik şiddetin arttığı, katliamlarının kırım boyutuna vardığı, haklarının gasp edildiği, kadın emeğinin yok sayıldığı, patriyarkanın her alanda kendini üretebildiği böylesine bir zamanda 25 Kasım’a giderken kadınların eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesine mirastır bu sözler.

Read More

Halkevci Kadınlar 25 Kasım’da feminist mücadeleye çağrı yaptı

 

25 Kasım: Erkek şiddetine, devlet şiddetine, yoksullaştırmaya karşı; yaşamak için feminist mücadeleye!

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Kelebekler kanat çırpmaya devam ediyor.

Türkiye’den Filistin’e, Filistin’den İran’a, İran’dan Arjantin’e kadınlar hayatları için direniyor. Evlerden sokaklara, kampüslerden atölyelere, liselerden yurtlara isyanın sesi yankılanıyor.

Read More

Halkevleri Hukuk Dairesinden Dursun Ali Koyuncu Hakkında Hazırlanan İddianame ile İlgili Açıklama

DURSUN ALİ’YE ÖZGÜRLÜK
CANKURTARAN’A, MEMLEKETE ÖZGÜRLÜK

Müvekkilimiz Dursun Ali Koyuncu, 7 Eylül 2024 tarihinden beri hukuk dışı bir şekilde tutuklu bulunmaktadır. Süreç içerisinde usule aykırı şekilde ifadesi alınan, hukuk dışı yollarla gece araması ile yakalanan, ters kelepçe yapılmak suretiyle gözaltına alınan ve bu şekilde doktor kontrolünden geçirilen, Kars T Tipi Cezaevine adeta kaçırılan müvekkilimizin Hopa Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan soruşturma dosyasında iddianame tanzim edilmiştir. Bahse konu iddianame, görevli mahkeme tarafından henüz kabul edilmemiş olup duruşma günü iddianamenin kabulü ile verilecektir.

Read More

Yenidoğan Çetesi Davasının Takipçisiyiz

Sistemin yarattığı yıkımın “bir çete”nin sorumluluğuna sıkıştırılmasına izin vermeyeceğiz.
Ölüm ağının parçası olan herkes hesap vermelidir
Sağlık Bakanı derhal görevden alınmalıdır

Geçtiğimiz ay İstanbul’da bebekleri anlaşmalı hastanelere sevk ederek daha fazla kâr eden ve ölümlerine neden olan “çete”nin ortaya çıkmasıyla birlikte sağlık sisteminin yarattığı yıkım bir kez daha gündemimiz oldu.

Türkiye’nin dört bir yanında “sağlık sisteminiz bizi öldürüyor” “sorumlular hesap versin” “sağlık hakkımı ver” diyerek sokaklara çıktık.

“Yenidoğan Çetesi”nin yargılanmasına bugün, 18 Ekim 2024 tarihinde, Bakırköy 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlanıyor.

Bu sistemin yarattığı yıkımın “bir çete” in sorumluluğuna sıkıştırılmasına izin vermeyeceğiz. Öncelikle bu ölüm ağının parçası olan herkes hesap vermelidir.

Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu soruşturmanın geçtiği dönemde İstanbul İl Sağlık Müdürü idi. İl Sağlık Müdürlüğünün de sorumluluğunun olduğu bir soruşturma yürütülürken Sağlık Bakanlığı koltuğunda oturamaya devam etti. Şimdi yargılama devam ederken görevi başında. Sağlık Bakanı derhal görevden alınmalıdır.

Dönemin Bakanı Fahrettin Koca’dır. Kendisi özel hastane zincirine sahip olan Koca görevi Kemal Memişoğlu’na devretmiştir. Özel hastane patronu Koca’nın Sağlık Bakanı olarak yetkili olduğu bu süreçteki sorumluluğu titizlikle araştırılmalıdır.

Eski Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun hastanesinin adı da 19 hastane arasında yer almaktadır. Bakan Müezzinoğlu döneminde sağlık sermayesi ile kurulan ilişkilerin hepsi denetlenmelidir.

Kar odaklı özel hastane işletenlerin Sağlık Bakanlığı görevlerini sürdürmesi bu tablonun nasıl oluşabildiğini göstermektedir.
Bir kez daha tekrar ediyoruz: Yenidoğan Çetesi davasının takipçisi olacağız. Bu sürecin sorumluluğunu sadece çeteye daraltarak sağlığımızı karartmaya devam etmelerine izin vermeyeceğiz. Bu ölüm ağının parçası olan herkes hesap verecek.

Kamusal, eşit, ulaşılabilir, nitelikli ve parasız sağlık hakkı için mücadeleyi büyütecek, sağlık hakkımızı alacağız.
İnsanca Bir Yaşam İçin Sağlık Hakkımı Ver!